Aslında ne kadar yaralıyız hepimiz… ‘İnsan’ olmak bu demek herhalde…
Yukarıdan baktığımızda her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu bilsek de, acıyor işte… Çünkü insanız…
Doğduğumuz andan itibaren ilk iletişimimiz ebeveynlerimizle oluyor. Onlar bizim temel taşlarımız. Onların bizi sevmesini, sarmasını, güven vermesini, saygı duymasını, onurlandırmasını, taçlandırmasını, onaylamasını, ilgi göstermesini, yüreklendirmesini, özgür bırakmasını, destek olmasını, eğlendirmesini, güldürmesini, korumasını, kollamasını, işlerimizi kolaylaştırmasını, yanımızda olmasını istiyoruz. İhtiyacımız olanı alamadığımız zaman içimizdeki açlık hiç bitmiyor. En derinlerimizde bir boşluk oluyor. Bu boşluğun anne ve babalarımız tarafından ihtiyacımız olanla doldurulmasını bekliyoruz. Bu böyle yıllarca sürüyor. Bazen onlarda olmayan bir şeyi bize veremeyeceklerini göremiyoruz. Yetişkin olmak belki de artık onlardan alamayacağımız şeyi onlardan beklemekten vazgeçmek, bunu kabul etmek, onları affetmek ve kendimizi iyileştirmek demek… Bazen iyileştirmeyi kendi kendimize ihtiyacımız olanı vererek, bazen de hayatımıza bunu bize verecek kişiyi çekerek yapıyoruz. Hepimizin yaralarımızı sarmaya, içimizdeki savaşı bitirmeye, iyileşmeye ihtiyacı var.
Kızgınlıktan köpürdüğümüz anda aslında içimizde acıyan yarayı, korkuyu, ihtiyacı fark edip dürüstçe gerçek duygularımızı paylaştıkça daha çok insan olacağız… Odağımızı karşı tarafın ne yaptığından alıp ‘içte neler oluyor’a bakar hale getirir isek kendimizi, yaramızı, acımızı çözeceğiz. Kendi anne babamız olacağız. İçimizdeki küçüğü anlayıp saracağız. Artık belki de yüzyıllardır hasret kaldığımız ve ebeveynlerimizden bekleyip de bize göre karşılığını alamadığımız, duygusal olarak aç olduğumuz ne var ise artık biz kendimize vereceğiz. Kendimizin annesi ve babası olacağız. Kendi küçüğümüze “Merak etme ben buradayım, seni görüyorum, duyuyorum, neye ihtiyacın var ise senin için ben buradayım. Seni korurum, sarmalarım, severim, bana güven!” diyeceğiz. Kabul edeceğiz annemizin bizi duymamış, anlamamış olmasını belki de o kendini bile duyamıyorken… Kabul edeceğiz babamızın bizi desteklememiş olmasını belki de o kendine bile destek veremez iken… Ve sıyrılacağız kendi hikâyemizden… Sıkı sıkıya yapıştığımız ve bizi acıtan bu hikâyeden. Yeni bir hikâye yazacağız, içinde başrolü bize ait ve ihtiyaçlarımızın bizim ya da hayatımızdaki bizim seçtiğimiz insanlar tarafından karşılandığı… Yeni ilişkilerin içine atlayacağız. Öğrenmek, deneyimlemek, gelişmek ve büyümek için…
Kendimize yapıştırdığımız kimliklerin içinden çıkacağız. Kendimizi o kimliklerle tanımlamaktan vazgeçeceğiz. Biz o kimlikler değiliz sadece. Ben sadece annemin ve babamın kızı, oğlumun annesi, iş kadını, iyi arkadaş değilim. Ben bu kimliklerden daha fazlayım… Hepimiz kimliklerimizden daha fazlayız. Keşfedilmemiş potansiyeller ve sınırsızlıkla kaplıyız. Yaşayacağız kendimizi sınırsızca, deneyimleyerek, görerek…
Yaklaşacağız kendimize her bir adımda daha fazla…
‘İnsan’ olmak ne zormuş…