Yahudi izlerinin peşinde

Avram VENTURA Köşe Yazısı 0 yorum
1 Kasım 2017 Çarşamba

 

Ortaokul ikinci sınıfta, edebiyat dersindeydik. Öğretmenimiz Turgut Çarkoğlu, daha önce topladığı kompozisyon ödevlerimizi okurken ansızın yüzü asıldı, durdu. Elindeki kâğıtları kürsüye bıraktıktan sonra arkamıza yaslanmamızı ve kendisini dikkatle dinlememizi söyledi. Sonra da bir arkadaşımızın ödevinde bir ayrım yaparak kullandığı, “Biz Yahudiler” ve “Türkler” sözcüklerini ders saati süresince açıklamaya çalıştı. Dinin, milletin, vatandaşlığın ne olduğunu, Türk Yahudi’si olmanın ne anlama geldiğini ayrıntılı olarak anlattı. Öğretmenimin o günkü sözleri benim için bir kırılma noktası olmuştu. Aradan elli yılı aşkın bir süre geçmesine karşın, gösterdiği tepki ve söyledikleri sözler aklımdan hiç çıkmadı.

Yaşadığımız hoşgörü ortamına, iyi komşuluk ilişkilerine rağmen, büyüklerimizin “öteki” olma, geniş toplumdan ayrışma olgusu hiçbir zaman bilinçaltlarından kopmuş değildi. Bu ayırımcı düşünce dolaylı olarak biz çocuklara da yansıyordu. Özellikle geçmiş dönemlerden yüreklerine kazınmış olan ya da dinledikleri olumsuz olayları belleklerinde canlı tutan bu insanların kaygılarını da tarihimizi okumaya, öğrenmeye başladığımda daha iyi anladığımı söyleyebilirim.

1992 yılı benim için olduğu kadar düşünen, sorgulayan bütün Yahudiler için önemli bir başlangıçtı. O yıl, devletin tüm desteğiyle gerek ülkemizde, gerekse yurt dışında Yahudilerin Anadolu’ya gelişlerinin 500. Yılı yapılan konuşmalar, düzenlenen seminerler, yayımlanan araştırmalarla kutlanıyordu. Hiç bilmediğim, aradığımda da yeterince kaynak bulamadığım Türkiye Yahudileri tarihi, makaleler ve kitaplarla gün yüzüne çıkmaya başladı. Çoğumuzun adını olsun bilmediği ya da unuttuğu Avram Galante’yi o günlerde anımsadık. Bu arada, eksik, yanlış ve sağlam kaynaklardan yoksun birkaç kitap da yayımlandı. Bunlara ve resmi söylemlere, önce yazıları sonra da titiz bir araştırmayla kaleme aldığı kitaplarıyla ilk tepki Rifat Bali’den geldi. Kısa zamanda yakın tarihimizin bilinmeyen, anlatılmayan, kimi zaman da gizlenen gerçeklerle ilgili çalışmaları arka arkaya yayımlandı. Yenileri de tüm verimliliğiyle sürmektedir.

Yine 500. Yıl etkinlikleriyle birlikte başlayıp bu gün de çalışmalarını sürdüren, yaptığı konuşmalar ve yayınlarla Türk toplumunu aydınlatmaya çalışan Naim Güleryüz’ü anmadan geçemeyeceğim.

Yakın dönemde, ilk bilimsel çalışma Siren Bora’nın doktora tezi olan İzmir Yahudileri Tarihi (1908-1923) 1995 yılında yayınlandı. Bu kitap, sınırlı bir zaman dilimini ele almasına karşın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal alandaki Yahudilerin durumunu belgeleriyle ortaya koyması nedeniyle önemli bir adım sayılmalıdır. Bora’nın son dönemde yayınladığı kitaplarla, 18. yüzyıldan günümüze İzmir Yahudi Tarihi büyük ölçüde aydınlanmıştır. Birkaç yıl içinde, ancak çok sınırlı sayıda yazarın ele aldığı İspanya göçü sonrasını tamamladığında, Siren Bora tarihimizdeki büyük bir eksikliği gidermiş olacaktır.

Bütün bu çalışmalar içinde, Türk toplumunda şöyle bir algının oluştuğunu gözlemliyoruz: Türk Yahudileri 500 yıl önce İspanya’dan gelenlerin torunlarıdır!

Bir noktaya kadar doğrudur! Bu gün, korudukları dili ve gelenekleriyle yaşayan Türk Yahudilerinin büyük bir çoğunluğu İspanya kökenlidirler; ancak Anadolu’da, 26 yüzyıldır Yahudilerin var oldukları kanıtlanmıştır. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda, biraz önce sözünü ettiğimiz algının değişmesi gerektiğini söylemek gerekiyor.

Siren Bora, son yayınlanan Anadolu Yahudileri kitabının yazılma nedenini şu sözlerle açıklıyor: “1492 yılında Anadolu’ya gelen Yahudiler 500 yıldır konuğumuzdur saptaması, iki bin yıllık bir hata payı içermektedir.” Yine yazar, kitabın önsözünde belirttiği gibi bu çalışma yalnızca bir toplumun değil, Anadolu insanının ortak öyküsüdür.

Kitabın alt başlığı ise şöyle: Ege’de Yahudi İzleri. Bora, Kutsal Kitap’ta yer alan olaylardan yola çıkıyor. Daha sonra arkeolojik bulguları değerlendirerek, mezar taşlarını çözümleyerek, Batı Anadolu’daki Yahudi izlerine ait bulduğu somut kanıtları öyküleştiriyor ve paylaşıyor. Yakın bir gelecekte, bu çalışmanın tüm Anadolu’yu kapsayacak şekilde yeniden ele alacağına ve yanlış algıların değişmesinde önemli bir katkıda bulunacağına inanıyorum.

 

1 Yorum