Henüz bir ilkokul öğrencisiyken, yazları ara sıra babamın Eminönü’ndeki ‘bürosuna’ gitmekten pek zevk alırdım. O kocaman bina bana pek gizemli gelir, kapıda oturan bölük hamallarının, han kapıcısının, hatta çaycının dahi, babama gösterdikleri saygı, gururumu tatlı tatlı okşardı. Biz kapıdan girerken ayağa kalkmaları ve bana “Küçük bey” diye seslenmeleri pek hoşuma giderdi doğrusu…
O zamanlar handa daha asansör yoktu… Veya vardı da belki ben hatırlamıyorum. Ama o bina, nedense beni hep etkilerdi. Neden sonra, hanın adının bir zamanlar ‘Barnatan Han’ olduğunu öğrendim babamdan… Büyükbabasının, bir önceki yüzyılın bir yerlerinde inşa ettirdiği han, 1942’de yayınlanan Varlık Vergisi ile uçup gitmişti, kim bilir daha nelerle birlikte! Uzun zaman bunun anlamını pek kavrayamadım doğrusu… Babam ve ailesi, yıllarca ‘mal sahibi’ olarak bulundukları yerde artık ‘kiracı’ idiler. Özgürlükleri için takas edebilecekleri bir değerleri vardı ve bu, aileye salınan verginin ödenmesine yetmişti. Birçok eş, dost, arkadaşa göre daha şanslıydılar!
Üzerinden çok uzun zaman geçmemiş olmasına rağmen, toplumumuzun Varlık Vergisi hakkında bilinçlenmesi, konunun tabu olmaktan çıkması uzun zaman aldı ve Türk Yahudi’sinin toplumsal hafızasında derin izler, onarılmaz kırıklıklar bıraktı.
Dünün siyaseti bugünün tarihidir… Bugünün siyaseti de yarının tarihi olacaktır. Bu anlamda, toplumların başlarından geçenlerin, onların geleceklerini değerlendirmelerinde önem arz etmesi doğaldır. Varlık Vergisini o dönemin doğal bir sonucu olarak değerlendirmek gerekir. SS birliklerinin Edirne sınırına dayandığı, komşu ülkelerdeki Yahudi nüfusun ölüm kamplarında eritildiği bir dönem Varlık Vergisi türü bir operasyonun yapılması için en doğru zemini hazırlamıştı, hiç şüphesiz…
Vergi, esas itibarı ile ne kadar antisemitti, tartışılır. Aynı oranda olmasa da, bütün azınlıkları kucaklayan bu servet transferi, adil olmaktan uzak, ticareti yürüten ekalliyetleri ekonomik açıdan sıfırlamaya yönelik bir işlemdi. Ödeyemeyenlere reva görülen Aşkale çalışma kampları ise, Avrupa Yahudiliğinin başına gelenleri öğrenmeye başlayan Türk Yahudi toplumu için ayrı bir azap, derin bir travma olmuştu…
Uzun seneler bu verginin, Türk Yahudi toplumunun Nazilerin ellerine düşmemesi adına ödediği bir diyet olduğu şeklinde değerlendirmelerde bulunuldu. Buna itiraz etmek gerekir: Türkiye, başarılı dış siyaseti sayesinde belki savaşa girmedi ancak, başta Ankara hükümetlerinin içinde olmak üzere, yetkili birçok pozisyonda Nazi sempatizanlarının görev yaptıklarını, kendi siyasi ve ideolojik görüşlerini Nasyonal Sosyalizm ile bir tuttuklarını teslim etmek gerekir.
Varlık Vergisi Kanunu 11 Kasım 1942’de yayınlanır…
Bundan birkaç gün sonra, 15 Kasım 1942’de Britanya 8. Ordusu Kuzey Afrika’da, El Alamein’de, Alman kuvvetlerini durdurur… Bu müttefiklerin Alman orduları karşısında kazandıkları ilk zaferdir.
Bundan birkaç ay sonra 2 Şubat 1943’te, altı ay süren uzun bir savaştan sonra, Almanlar, bu kez Stalingrad’da hezimete uğrarlar.
Eğer Kuzey Afrika’da Britanya, Rusya’nın engin derinliğinde Sovyetler Alman ordularını durduramasaydı, eş deyişle, savaşın ibresi Almanya’dan yana ağır basmaya başlasaydı, Türkiye, Berlin’in üzerinde kurduğu korkunç baskıya dayanabilir miydi? Dayanamasa, sınırlar yırtılıp SS birlikleri batıdan ve doğudan ülkeye girseler, acaba toplumumuzdan geriye neler kalırdı?
Elbette ki tarih spekülasyonlar üzerine yürümez. Elbette ki ‘en vahşinin’ yaşanmamış olması, yaşanmışlıkları ortadan kaldırmaz, onlardan kalan acı mirası yok etmez. Bu anlamda Varlık Vergisi, sayılabilecek birçok talihsiz örneğin en iyi bilinen birkaç tanesinden biridir. Adil olmadığı, kamu vicdanını delik deşik ettiği, telafisi mümkün olmayan kayıplara neden olduğu bir gerçek, bunları yaşayan neslin kırılan onurunu, yerle bir edilen güvenini geri getirmez…
Yine de kamuoyunun, yabancı düşmanlığı sosu ile lezzetlendirilmiş bu gibi olayların daha çok bilincinde olması, aynaya bakıp neler gördüğünü, hiç olmazda ‘mırıldanması’ açısından, yararlı olacağını düşünüyorum…