ABD Başkanı Donald Trump’ın seçilmesinin üzerinden bir sene geçmesine rağmen halen tek bir vaadini yerine getiremezken, yaptığı her geziden ABD şirketleri için anlaşmalarla dönüyor. Mesela Uzakdoğu ziyareti sırasında Çin’den hatırı sayılır sayılır bir yolcu uçağı siparişiyle dönüyor.
FED Başkanı olarak da mevcut Başkan Janet Yellen ile aynı çizgide olan Jerome Powell’ı ataması ise aslında konuya son derece temkinli yaklaştığını gösteriyor. Cumhuriyetçilerin yerel seçimlerde oy kaybetmesi ise doğrudan Trump’ın başarısızlığına bağlanıyor. Önümüzdeki sene yapılacak Temsilciler Meclisi seçimlerinde ise Cumhuriyetçilerin çoğunluğu kaybetmesi bekleniyor. Mevcut durumda bile neredeyse hiçbir istediğini yaptıramayan Trump’ın bu durumda ne yapacağı merak konusu. Vergi reformu tasarısı ise bir kez daha erteleniyor.
Bu arada dolar değer kazanmaya devam ediyor. Neden mi? FED faiz artışına devam edecek. Aynı zamanda FED bilanço küçültmeye devam edecek. (Bu, dünya üzerinden milyarlarca doların FED tarafından çekilerek yok edilmesi anlamını taşır). Bir de ABD dışındaki Amerikan şirketlerine ait paranın vergisiz veya düşük vergiyle ABD’ye dönmesi söz konusu olsaydı bir düşünün. Böyle bir durumda ABD dolarının ne kadar değerlenebileceğini kestirmek dahi oldukça zor. Acaba her şey sanılandan daha koordineli olduğu halde, kasıtlı bir keşmekeş havası mı yaratılıyor? Veya kendi içinde tutarlı olduğu halde, ABD içinde siyasi istikrarsızlık havası yaratılarak Amerikan dolarının bilinçli olarak düşük kalması mı sağlanıyor? Bu elbette bilinemez.
***
Dünyanın en önemli problemi yakında Ortadoğu’da patlak verebilir. Kralın mutlak hakimiyeti ile yönetilen Suudi Arabistan birden çok problemle boğuşmak zorunda. Geçtiğimiz hafta dünya Suudi Arabistan’da gerçekleşen ve birçok hanedan mensubu prensin tutuklanması haberiyle uyandı. Peşi sıra gelen haberlerde ülkenin ılımlı İslam’a geçtiği haberi geldi.
Dünyanın en önemli petrol ihracatçısı olan ülkenin ekonomik problemlerle boğuştuğu, Yemen’deki iç savaştan dolayı çok ciddi finansal sorunlar yaşadığı ve ülkenin iç çalkalanma riskiyle karşı karşıya olduğu bir gerçek. Suudi Arabistan’ı zor durumda bırakanların başında İran geliyor. Bilinen anlamıyla sıcak bir savaş yaşanmasa da, iki ülke arasında bir savaş olduğu kesin. İran’ın en büyük düşmanının Suud’lardan ziyade İsrail olduğu herkesçe bilinen bir durum. "Düşmanımın düşmanı benim dostumdur" mantığıyla İsrail ile Suud'ların yani aslında Arapların yakınlaşması pek de uzak bir ihtimal değil. ABD ve İsrail’in ne pahasına olursa olsun mevcut Suudi rejimi destekleyeceğini de anlamak pek güç değil.
***
Geçtiğimiz hafta üç önemli olayın yıldönümü artarda anıldı. 9 Kasım Kristallnacht (Kristal gece), 10 Kasım Atatürk’ün ölümü ve 11 Kasım Varlık Vergisi Kanununun kabulü. 9 Kasım’ın Holokost’un başlangıç noktası olduğu kabul edilirse sonuçlarını anlatmaya gerek yok. Atatürk’ün devrimlerini tamamlayamadan erken yaşta vefatı ve sonrasında gelen yönetimlerin Atatürk’ün çizgisinden oldukça uzaklaşması bir anlamda 11 Kasım Varlık Vergisini yaratmıştı. O zaman şöyle bir soru soralım: Atatürk yaşasaydı, Varlık Vergisi kararı yine çıkarılır mıydı? Savaş döneminde yine çıkarılırdı belki ama kitabına uydurulurdu. Vergi mükellefleri Müslüman, Gayrimüslim ve Dönme olarak gruplara bölünüp fahiş farklarda vergi oranları konulmazdı. Amaç serveti halka yaymaksa belki vergi belki farklı bir politika izlenirdi ve yine bundan en çok etkilenen gayrimüslimler olurdu belki ama Atatürk’ün yapılması gerekeni zorbalıkla değil uyum ve gönüllük esasıyla yapacağını düşünmek pek de güç değil. İronik olacak ama, 75 sene önce yapılan fırsatçılığın cezasını halen Türk milleti olarak hepimiz çekiyoruz.