Bu satırların yazarı koşulsuz ve kör bir Batı hayranı değildir. Batı’nın devletlerinin bir iki istisna dışında uluslararası arenada topunun oportünist, çıkarcı ve iki yüzlü olduğunun bilincindedir. Bu ülkelerin emperyalist emellerinin tarihsel süreçte inişli çıkışlı ama her zaman var olduğunun bilinciyle Batı’nın analizi yapmaya çalışır. Batı’yı toptancı bir yaklaşımla ‘tek dişi kalmış canavar’dan öte, ülkelerinin dış politikaları ile kendi toplumuna yönelik sosyal, ekonomik ve kültürel politikaları arasında ciddi farklar olduğunu da bilir.
Atlantik ötesine giden bir insan, gözlemlediklerinin muhasebesini yaptığında Batı’ya duyduğu hayranlığın baskın hissiyatı içinde “Biz neden bu noktada değiliz”i sürekli tekrarlamanın tekdüzeliğinde bulur kendini.
Bu satırların yazarı koşulsuz ve kör bir Batı hayranı değildir. Batı’nın devletlerinin bir iki istisna dışında uluslararası arenada topunun oportünist, çıkarcı ve iki yüzlü olduğunun bilincindedir. Bu ülkelerin emperyalist emellerinin tarihsel süreçte inişli çıkışlı ama her zaman var olduğunun bilinciyle Batı’nın analizi yapmaya çalışır. Batı’yı toptancı bir yaklaşımla ‘tek dişi kalmış canavar’dan öte, ülkelerinin dış politikaları ile kendi toplumuna yönelik sosyal, ekonomik ve kültürel politikaları arasında ciddi farklar olduğunu da bilir.
Batı’nın genlerinde olan emperyalist nüve profilinin kendi insanına yaklaşımındaki profiliyle pek de uyumlu olmadığını da bilir.
Evet, bu girişi yapanın derdinin ne olduğunu anlamış olmalısınız.
ABD’ye kısa bir gezi yapıp oradaki gözlemlerimin yarattığı küçük çaplı bir isyan halinin tezahürüdür söz konusu olan.
Örneğin siz Türkiye’de büyük bir şehirde bölgenin önemli bir parkının bitişiğinde oturuyorsunuz. Ve bir gün parkın yetkilileri size yazılı şöyle bir not veriyor: “Şu tarihlerde, şu saat aralığında parkımızın yollarında toplanmış olan yaprakları toprak alana dağıtmak içim ses çıkaran aracımızı kullanacağımızdan dolayı özürlerimizin kabulünü rica ederiz.” İnanmak zor ama Batı’nın yöneticisi, her bir bireyi insan yerine koyarak, sesten oluşacak rahatsızlık için özür diliyor. Bu uygulamanın bizim coğrafyada olacağına inanmamak için epey bir gerekçemiz var. Ama en kahredici olan, devletin, bürokrasinin veya devlet adına yöneticilerin bireye duymadığı saygı olsa gerek. Zira bu topraklarda, devlet insan için var olmaz; insan, devlet için var olur. Bireyin bu coğrafyada önemi asgaridir. Önemli olan bireyin değil, devletin rahatıdır…
Dünyada çocuklar için düzenli bir bayram takvimi olan belki de yegâne ülkeyiz. Ama gelin görün ki o bayram günü geçiştirilmeye çalışılan, halka hem de çocuğa inememiş, sadece renksiz ve kuru bir formatta kutlanan bir tatil günü olmaktan çıkamamıştır bu güzelim ülke.
Atlantik ötesi büyük ülkede böylesine bir çocuk günü olmamasına rağmen aralık ayının çeşitli günlerinde şehirlerinde çocuklar için Noel festivalleri düzenler. Tamamen görsel bir şölene dönüşen bu çocuk karnavalında şehrin kimi kurumları, özel şirketleri veya okulları binlerce çalışanıyla caddede görkemli ve bir o kadar da eğlenceli yürüyüşler yapar. Kaldırımlarda oturan çocuklar velileri ile hayatın eğlenceli yönüyle haşır neşir olur. Bizim coğrafyada böylesine halka inmiş gösteriler ise pek görülmez. Çocuklar için bayram kutlayan dünyada tek devlet olalım ama çocukları eğlendirmeyi kuru ve soğuk törenlerle geçiştirelim. Ne yaman bir çelişkidir öyle…
ABD’de üç yüzyıl boyunca ezilen, sömürülen siyahilerin hakları için mücadele eden, beyazlarla eşit vatandaş konumuna getirmek için hayatını canıyla ödeyen Martin Luther King’in liderlik yılarında din adamı olarak görev aldığı kilisenin bir Pazar ayinine tanık oluyorum. Oraya gitmem için yapılan ısrarlı önerilerin meğerse bir nedeni varmış. Siyahilerin özgürlüğünü sağlayan cesur King’in ruhunu yaşatan kilisenin en yetkili din adamının yaptığı pazar konuşması unutulacak gibi değildi zira yaşadığı ülkenin başkanını kıyasıya eleştiren sözlerle donatıyordu konuşmasını. Örneğin Trump’ın bozmak istediği, Obama’nın yürürlüğe koyduğu genel sağlık programına ve geçenlerde senatodan geçen vergilerin düşürülmesi kanununa atfen ülkenin, yoksuldan çalınanın zengine verildiği bir kleptokrasiye dönüştüğünü söyleyecek kadar cesurdu. Din adamına göre Trump, sürekli yoksulun aleyhine çalışıp zengine yüzünü dönüyordu. Devamlı yalan söyleyen bir başkandı üstelik din adamına göre. Bir devlet başkanına karşı hele bir din adamının bu derece sert konuşması bizim pek anlayabileceğimiz bir demokrasi düzeyine tekabül etmiyordu. Orası emperyalist bir ülkeydi ama ifade özgürlüğünün lideri olan da bir ülkeydi.
ABD’nin varoluş kodları bunlar olmalıydı…
Örnekleri uzatmak mümkün. Lakin hepsi de istisnasız olarak, demokrasi kültürünün insana saygı noktasındaki kalitesini gösteriyor.
Ben şimdi oryantalist mi oldum, yoksa ülkesinin eksiklikleri karşısında yürek sıkıntısı çeken bir Don Kişot mu oldum?