Sağ kanat sol kanadı dışlamış… Kuş tek kanatlı kalmış

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
6 Aralık 2017 Çarşamba

1656, Amsterdam

27 Temmuz 1656… Düşünce özgürlüğünün devlet güvencesinde olduğu kentte, dünyanın en aydın Yahudi cemaati, en parlak evladını “İsrael Halkından” dışlamakla meşgul.

Kentin şık ‘Portekiz Sinagogundaki’ sevimsiz tören tamamlandı… Şofarın sesiyle, Baruh de Espinoza’nın dışlandığı dört yöne duyuruldu ve Herem (dışlama) resmiyet kazandı… Ama neyse ki, bu saçmalık sadece resmiyette kaldı.

“Onun yazdığı herhangi bir metni okumanın”  bir dışlanma nedeni sayılacağını ilan ederek, Yahudiliğin ‘dinsel kanadı’ Spinoza’yı kendinden -kendini de Spinoza’dan- ayırmış oldu… Ama Yahudilerin ‘laik kanadından’ koparamadı.

Okuma yasağını ve dışlanma tehditlerini hiçe sayan Yahudi aydınlar, Spinoza’yı yaşamı boyunca terk etmedi… Günümüzde de, hayranlıklarını gizleme ihtiyacı duymuyorlar.

David Ben-Gurion, haklı olarak, 17. yüzyıl hahamlarının “Ölümsüz Spinoza’yı İsrael Ulusundan sonsuza dek dışlama” yetkisine sahip olmadığını savundu… Ama ne yazık ki, zamanının dinsel otoritelerini buna ikna edemedi…

‘Dinsel kanat’, bugün hala, zihinlerin Spinoza’nın ‘sapkın’ fikirleriyle ‘kirleneceğinden’ endişe etmeyi sürdürüyor… Kulaklar, öyle düşünmeyenlerin argümanlarına, sıkı-sıkıya kapalı…

***

2017, ‘Yeni Amsterdam’

Bugün… Dünyanın en ileri eğitim kurumlarını barındıran, düşünce özgürlüğünün devlet güvencesinde olduğu ülke, ABD. Dünyanın “yeni kalbi”, New York… Eski adıyla, New Amsterdam.

Kusurlarından arınmayı aklına koymuş her ülkede olduğu gibi, fikir çatışmaları, ABD toplumunun öne çıkan özelliği… Anlaşmazlık, muhtemelen Spinoza’nın etkisiyle, ‘göklerden’ yeryüzüne inmiş görünüyor… Ve Fransız devriminin etkisiyle de, çatışma artık ‘sağ kanatla’ ‘sol kanat’ arasında cereyan ediyor.

Her ne kadar, oyunun karakterleri değişmişse de, tarz eskisinden farklı değil… Fikir ayrılığının bir diyalogla çözümlenmesi mümkünken, tarafların birbirini dinlemeden sürdürdüğü iki monologla düğümlenmiş kalıyor.

Sosyal medyanın Narsisist baskılarıyla kendine aşık düşen ‘internet neslinin’ karşıt fikirleri dinlemeye ne tahammülü var, ne de vakti… Çünkü kendisi gibi düşünen bir aşiretin seveceği haberleri paylaşmak’, ‘retweet’ etmek, okumak zahmetine katlanmadığı makaleleri ‘like’ etmekle çok meşgul.

Bir şeyi derinlemesine inceleyip, neyin doğru, neyin yalan olduğunu araştırmak, çok zaman ve dikkat ayırmayı gerektiriyor. ‘Bizim taraftan’ gelen haberleri paylaşmak ve ‘başparmak havada’ emojilerle desteklemek, çok daha kolay… Varsın haber biraz uyduruk, moda deyimle, ‘fake news’ olsun… “Davamız mübarekse, azıcık yalan günah sayılmaz!”

‘Sağ kanat’ Fox News’a, ‘sol kanat’ CNN ve New York Times’a odaklı… Kanallar, ‘karşı kanadın’ kötü yanlarını abartmayı, ‘taraftar’ da, kendi kanalının yaydığı iftira, çarpıtma ve yüzeyselliği ‘iletmeyi’ görev edinmiş durumda… Hiç kimsenin, hiçbir şeye inanmadığı bir enformasyon ortamında, insanlar yalnız duyduklarının değil, kendi söylediklerinin dahi doğruluğundan emin değil.

***

‘Diyalog sanatında’ ustalaşmak kolay iş değil… Çünkü, tutarlı bir diyalogun akla dayalı olması gerekiyor… Akıl ise, duygu ve heyecanlardan çok daha ‘yavaş’… Haset ve kibrin, aşağılık duygusu ve beğenilme ihtiyacının dürtüleri o kadar acil tatmin bekliyor ki, bir an susup karşı tarafa kulak vermek kolay olmuyor.

Ama neyse ki, aklın iyi huyları da var… Olmasa, adı ‘akıl’ olmazdı…

En iyi huyu da, kolay kolay pes etmemesi… Kendisini bize duyurmadan susmayı bilmez… Biz ‘aklın yoluna’ girinceye kadar, uyarılarını sürdürür, durur.

Aklımızın diretmesiyle, er ya da geç, biraz susup dinlemeyi, karşı tarafın endişelerine empati duymayı öğrenecek, belki de kendimize ikna olma şansı tanımış olacağız.

“Dünyanın tüm seslerine ve titreşimlerine Açık olmak”, söyleyenin bile uygulamadığı bir radyo sloganı olmaktan çıkacak, her dürüst medyanın temel ilkesi haline gelecek.

Politik tercihlerini ‘Brexit’, ‘Trump’ ya da ‘Öteki Parti’ lehinde kullanmış olanları ‘Neandertal Bağnazlar!’, inanç -ya da inançsızlığımızı- paylaşmayanları “Gerizekalı moronlar!” olarak nitelememeyi, karşı tarafla diyaloga girmeyi er ya da geç öğreneceğiz…

Ne kadar ‘er’, o kadar iyi…

Çünkü ‘sağ kanatla’ ‘sol kanadın’ aynı kuşun kanatları olduğunu anlamadan, uçmamız mümkün olmayacak.