New York eyaletinde görülmekte olan meşhur dava, sekiz saatlik zaman farkına rağmen, bir yandan sosyal medyada anlık olarak paylaşılıyor, diğer yandan da Amerikan yargı sisteminin nasıl çalışmakta olduğu hakkında eğitici bir süreç olmaya devam ediyor.
İzlediğimiz Amerikan mahkeme filmlerinden jüri önünde çapraz sorgulamanın nasıl yapıldığını, jürinin sanığın suçlu mu suçsuz mu olduğuna dair nihai kararı nasıl verdiğini az çok biliyoruz. Teatral bir performans içinde, iddia makamı ile savunma arasında bir satranç oyunu gibi kurgulanmış dava dizilerini son ana kadar heyecan içerisinde izleyebiliyoruz. Bunun en güzel örneklerinden biri herhalde O.J. Simpson’un dizisi olsa gerek.
Peki, bu jüri neyin nesi? Nasıl oluyor da adaletin tecellisi için yıllarca hukuk okumuş, deneyimli ve bilge bir hakim değil de halkın arasından gelişigüzel seçilen bir grup insanın kararına güveniliyor? Halk jürisi olarak bilinen bu yöntem Sokrates’ten bu yana, öncelerde Yunan bilahare Roma hukuk uygulamalarında çok kullanılan bir sistem. Temel felsefesi, vatandaşı devletin gücüne karşı korumak. Bu sistemde, savcının hakimi değil jüriyi ikna etmesi gerekiyor. Jüri bir çeşit sigorta görevi görüyor. Halkın jürisi, güçlü bir devletin ve onun gücünü kullanan savcısının kendi vatandaşını ezmemesi için oluşturulmuş bir denge unsuru. Bugün jüri sistemini yüzyıllardır devam ettirmekte olan ülkelerin başında Commonwealth Ülkeleri ve ABD bulunuyor. Jürili dava sistemi, ABD anayasasının 5. maddesi ile koruma altında.
ABD’nin mahkeme sistemi federal ve eyalet mahkemeleri olarak ikiye ayrılıyor. Eyalet mahkemeleri genellikle aile hukuku, ceza hukuku ve trafik suçları gibi konulara bakıyor; çok sayıda mahkeme mevcut ve bunlarda jüri sistemi uygulanıyor. Federal mahkeme sisteminde ise, en tepede Yüksek Mahkeme (9 hakim), onun altında 13 temyiz mahkemesi (toplam 179 hakim) ve en alt seviyede de 94 bölge mahkemesi (toplam 677 hakim) görev yapıyor. Eyalet mahkemelerindeki hakimler sınırlı bir süre için seçimle gelirken, federal mahkemelerdeki hakimler yönetim tarafından atanıyor ve kendi hataları olmadıkça görevden alınamıyorlar.
Filmimizin geçtiği mahkeme 94 bölge mahkemesinden biri, New York Güney Bölge Mahkemesi. New York eyaletinde ayrıca Kuzey, Doğu ve Batı bölgeleri olmak üzere üç bölge mahkemesi daha var, ancak Manhattan adasındaki tüm finans kurumlarını da kapsadığından dolayı Güney Bölge Mahkemesi aralarında en meşhur olanı. Bu mahkeme tam 229 senedir dava bakıyor.
ABD’deki sistemde jüri iki değişik şekilde görev yapıyor: Birincisi, dava jürisi, ki bunlar genellikle 6 ila 12 kişilik gruplar halinde görev yapıyorlar ve önyargılarından etkilenmeden sadece delillerin mevcudiyetine bakarak ve kanunu anlayarak sanığın suçlu olup olmadığına oybirliği ile karar vermek durumundalar. İkincisi, ‘grand jury’ dedikleri ve genellikle önemli ceza davalarında dava öncesinde savcının gösterdiği delilleri incelemek ve tanıkları dinlemek suretiyle suçun oluşup oluşmadığına dair şüphe uyandırmayacak derecede bir kanaat oluşturmak görevindeler. Burada sayı 16 ila 23 kişiye kadar çıkıyor ve jürinin kararı oyçokluğu ile oluşturuluyor.
Jüri görevi bir vatandaşlık görevi olsa da Amerikalılar bu işi bir angarya olarak görüyor ve kaçabilirse kaçmaya çalışıyor. Bazı jüri görevleri haftalarca sürebiliyor ve bu süreç zarfında jüri üyelerinin objektif karar vermelerini olumsuz etkileyebilecek türden bilgi almaları, yakınları ile irtibat kurmaları hatta dava hakkında aralarında konuşmaları bile yasak. Her türlü giderleri karşılansa da, özel hayatlarından ayırdıkları zamanın karşılığında aldıkları 40 dolar günlük harcırah tatminkâr olamıyor. Sadece New York eyaletinde yılda 30 bin kişinin grand jury olarak takriben 550 bin kadar kişinin de dava jürisi olarak görev yaptığı düşünülür ise, her sene çok ciddi bir sayıda insan topluluğunun adaletin nasıl işlediğini bire bir tecrübe etmekte olduğu görülebiliyor. Belki de bu sistem, toplum nezdinde hukuka saygı bilincinin geniş bir tabana yayılmasına önemli katkı sağlıyor.
Kimler jüri olabilir? Aslında herkes. Burada voir dire (Latince: verum dicere – doğruyu söylemek) olarak adlandırılan bir sistem çalışıyor. Çeşitli kanallardan jüri görevine çağırılan vatandaşlara bilgi formları doldurtuluyor, bilahare hakimler, savcılar ve savunma avukatları mülakat yolu ile bu potansiyel jüri havuzundan seçiyorlar veya elemede bulunuyorlar. Bir davanın kazanılması için jüriyi ikna etmek gerektiğinden, kendi tezine uyum gösterebilecek jüri üyesini seçebilmek ve karşıt görüşlü veya önyargılı olabilecekleri elemek büyük önem arz ediyor. Jüri üyelerinin hiçbir şeyi önceden bilmesi gerekmiyor; her şeyi ilkokul çocuğuna anlatır gibi dava sırasında anlatıyorlar. Sonuçta, jüri suçun varit olup olmadığına, hakim de suç varsa cezanın şekline ve miktarına karar veriyor.
Ne var ki, ABD’deki mahkeme kararlarının sadece yüzde 4’ü jüri kararı ile sonuçlanıyor. Ceza davalarının yüzde 90’ı plea bargain olarak adlandırdıkları bir pazarlık sonucunda varılan anlaşma ile mahkemeye gidilmeden hal oluyor. Kalanı da mahkeme dışında sulh olarak çözümleniyor. Adaletin pazarlığı olur mu? Garip bir durum ama böyle. Filmimizdeki baş karakterin de bu istatistiğe uyması çok şaşırtıcı olmuyor o anlamda. 19. yüzyılda pazarlık usulüyle sonuçlanan davalar sadece yüzde 20 iken bu oranın çok yükseklere çıkmasından rahatsız olanlar yok değil. Halk jürisi sistemi uzun süren, çok teferruatlı ve çok masraflı çalışan bir sistem. Bu nedenle, jürili bir dava yerine küçük tavizler vererek işi hızlıca bitirmek hem davacı hem davalı açısından akıllıca bir iş olabilir gibi duruyor.
Kimilerine göre ABD’nin mahkeme sistemi bir reality show gibi olsa da, Anglosakson hukukunda 800 yıldan uzun süredir devam eden halk jürisi uygulaması adaletin tesisinde çok önemli bir yer tutmaya devam ediyor.