Bu sene Şalom Gazetesinin kuruluşunun 70. yılını kutluyoruz. Şalom’da çalışmaya başladığımda gazete henüz 40’lı yaşlarındaydı. 50. yıl kutlamaları yapılırken, tabiri caizse yirmili yaşlarımda, halen bir çaylak sayılırdım. 60. yıl kutlanırken ise etkinlik kapsamında yayınlanan kitapta ben de yer almıştım. Ama açıkçası, bu son on sene nasıl geçti anlayamadım.
Şalom’da yazmak zaman zaman (hatta son birkaç senedir oldukça) sıkıntılı olmakla beraber, son derece eğlenceli ve ister istemez öğretici bir süreçti benim açımdan. Her şeyden önce takım çalışmasının önemini, senkronizasyonu ve koordinasyonu gazetede çalışırken öğrendim. Yaptığımız işe önem vermeyi, disiplini, amatör ruhla profesyonel gibi çalışmayı yine burada öğrendim.
Gazetede yazarken her yazmak istediğimizi yazamayacağımızı, yazsak da son derece münasip bir lisanda yazmamız gerektiğini de öğrendim. Yazmak istediğim konuları ve kelimeleri seçerken her geçen gün daha da dikkatli olmayı öğrendim. Neticede düşündüren ve zorlayan her şey gibi yazı yazmak da, özellikle dikkatli yazı yazmak da insanı ruhsal olarak geliştiriyor ve büyütüyor. Bu bağlamda ruhsal gelişimin ve büyümenin, eğitimin bitmeyen bir süreç olduğunu yine Şalom’da yazarken öğrendim.
Yirmili yaşlarımın katılığından kırklı yaşlarımın bilincine varırken, aslında dünyada olup biten hiçbir şeyin bize anlatıldığı veya empoze edilmeye çalışıldığı gibi olmadığını öğrendim. Teknoloji son hızla değişirken, insanların medeniyet seviyesinin hiç artmadığını, hatta demokrasi kılıfı altında daha da yozlaşıp medeniyetten uzaklaştığını da yazarken öğrendim.
Yine gelişen teknolojiye bağlı olarak son on senede dünyaya son hızla yayılan birçok bilgi ve haberin yalan, uydurma, manipülasyona ve algı operasyonu yapmaya yönelik olduğunu öğrendim. Gelişen dünyada artık kapitalizmin ve demokrasinin tekrar yorumlanması gerektiğine, mevcut halleriyle bu sistemlerin insanlara daha kaliteli bir hayat sunmaktan ziyade vasat yönetimler ve vasat bir hayat kalitesi sunmaktan öteye gidemeyeceğini yine bu sütunlarda yazarken öğrendim.
Bir Yahudi olarak ise, ne kadar mücadele edersek edelim, dünyadaki en barışçıl, en insan sever toplum haline gelsek de, özellikle beceriksiz yöneticiler tarafından yaratılan ve cahil yığınlara aşılanan antisemitizmin durdurulamayacağını, en ufak kıvılcımda bu tip insanların kin kusmak için fırsatı kaçırmayacaklarını da öğrendim.
Bir dış politika ve Ortadoğu yazarı olarak ise, ilk başlarda esas ilgi alanımken zaman içinde ümidimi yitirdiğim Ortadoğu’da barış sürecinin diğer bir deyişle İsrailliler ile Filistinliler arasındaki sürtüşmenin, bu iki toplum dışında, dünyadaki özellikle bazı liderler için bitmek tükenmek bilmeyen bir popülist politika malzemesi olduğunu da yine Şalom’da yazdığım bu yıllarda öğrendim.
Başta BM olmak üzere birçok ilgili tarafın konuyu çözmekten ziyade daha da içinden çıkılmaz hale getirmek için çaba gösterdiklerini, Ortadoğu’da halihazırda devam eden şu anki durumun Şalom 100. yılını kutlarken bile ne yazık ki devam edeceğini gayet iyi anladım.
İnsanların önemli birçoğunun birey olmaktan uzak olarak yığın, güruh içinde koyun sürüsü gibi hareket etmeyi, düşünmeye ve gelişmeye tercih ettiğini de gözlemleyerek öğrendim.
70. yılı kutlarken söyleyebileceğim, ne mutlu ki Şalomcuyum, ne mutlu ki düşünüyorum ve ne mutlu ki olan biteni anlıyorum.