Geçenlerde giysi dolabımı açıp karşısında bir süre bakındıktan sonra şunu düşündüm:
Askıdaki bazı giysilerimi uzun zamandır hiç kullanmamışım. Özellikle takım elbiseler, ancak bir törende ya da özel bir toplantıda gerekli olmaya başladı. Birkaç yıl öncesine kadar, onları her gün büyük bir keyifle giyerken, başkaları yanında sanki üstümde aykırı duruyorlar. Yıllar içinde, çevremle birlikte benim de mutlaka beğenilerim değişmiştir. Özellikle kravatlarım uzun zamandır el sürülmemiş durumda askıdaki yerlerini koruyorlar. Oysaki her gün, gömleğim ile birlikte değiştirerek nasıl da özenle takardım onları… Şimdi bakıyorum, kimi insan tören ve davetlerde koyu renk takım elbiselerle bile, uzun yıllardır saygınlığın simgesi olan kravatı kullanmaktan kaçınıyor.
Günümüzde herkes keyfine göre takılıyorsa da, aslında üstümüzde taşıdığımız her şey bizi, bir başka deyişle karakter yapımızı yansıtıyor. Ne denli değiştirmeye çalışsak da, seçtiğimiz renk ve modeller ile onlarda gösterdiğimiz uyum, bizim beğeni sınırlarımızı belirlemektedir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında yer alan şu sözleri paylaşmak istiyorum:
“Eski şapkalarımız, ayakkabılarımız, elbiselerimiz gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? Onları sık sık değiştirmek isteyişimiz de bu yüzden değil midir? Yeni bir elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer: Kendinden uzaklaşmak, ona bir değişikliğin arasından bakmak ihtiyacı yahut ben artık bir başkasıyım diyebilmek saadeti.”
Temizlik özenim bir yana, ama doğrusu her gün giydiklerimden en az birinin, ertesi gün farklı olmasını isterim. O zaman sanki üstümdeki tekdüzeliği kırmış, yeni bir güne yenilenmiş bir şekilde katılmış oluyorum. Bu yüzden Tanpınar’ın sözleri bir bakıma benim düşüncelerimi de yansıtıyor.
Giysilerin de özel bir dili olduğunu biliyoruz. Nasrettin Hoca’nın “ye kürküm ye” fıkrasında vurguladığı gibi hem etkili bir iletişim aracıdırlar hem de sosyal durumumuzu belirtirler.
İnternette gezinirken ilgimi çekmişti: Başarı için Giyim kitabının yazarı John T. Malloy, New York’daki bir metro istasyonu çevresinde bir deneme yapmış. Bu deneme sırasında yazar, insanlara yaklaşarak iki saat boyunca cüzdanını evde unuttuğunu, çok utandığını ama zor durumda bulunduğunu, 75 Cent’e gereksinimi olduğunu söylemiş. İlk saatinde takım elbise giymiş, ama kravat takmamış ve 7,23 dolar toplamış. İkinci saatte ise takım elbiseyle birlikte kravat taktığında eline 26 dolar geçmiş. Malloy yaptığı bu deneyden şu sonucu çıkarmış: “Kravat sorumluluk sahibi olmanın ve saygınlığın bir simgesi olmaktadır. Başka insanlara sizin kimliğiniz hakkında, bu saygınlığınızı azaltan ya da arttıran iletiler veriyor.”
Yazar, çalışmasının sonunda şunları söylüyor: Giysilerimiz başkaları üstünde mutlaka etkilidirler. Verdikleri iletilerle gerek iş, gerekse sosyal yaşamda başarılı olmamız için onların dilini bilmeli ve kullanmalıyız.
Sanıyorum günümüz gençlerinin bu tür kitapları okumaya pek gereksinimleri yok, giysilerin dilinden çok beden dillerini daha çok konuşturuyorlar!
Sevgili Dostlar,
Şalom Gazetemizin 70. Yılını kutladığı bu günlerde, bu ailenin bir bireyi olmanın onurunu taşıyorum. İlk deneme yazım, yine bu sayfalarda bundan tam 49 yıl önce yayımlandı. Düşündükçe köşesinin de 28. yılı… Bu gelişimin içinde yer alan biri olarak, gazetemizin her geçen gün daha iyiye ve daha güzele doğru atılımlarını izlemek, benim için ayrıca bir gurur ve mutluluk kaynağı olmaktadır.
Şalom’a daha nice uzun ve başarılı yıllar dileğiyle…