“…Harika bir ortam vardı. Sinagogun hahamı bir kadındı ve çok eğlenceli bir konuşma yaptı. Süper tatlı insanlarla tanıştık. Sonrasına sinagoga gelenler için caz müzik vardı. Keşke Türkiye’deki sinagoglar da böyle olsa. Ben de o zaman kesin daha çok sinagoga gider, dindar olurdum.”
Yurtdışında, Hanuka Bayramı kutlamaları için Reformistlerin sinagoguna davetli olarak giden bir arkadaşım, ziyaretiyle ilgili telefonda bana Reformist sinagoglarının ne kadar güzel olduğu ve çağı ne kadar yakaladığından şöyle bahsediyordu: “Harika ortam vardı. Haham bir kadındı ve çok eğlenceli bir konuşma yaptı. Süper insanlarla tanıştık. Sonrasına oraya gelenler için caz müzik vardı. Keşke Türkiye’deki sinagoglar da böyle olsa. Ben de o zaman kesin daha çok sinagoga gider, dindar olurdum.”
Duyduklarım kendimce ilginçti. Benim için Yahudilik Disneyland değil. Yani bana bir eğlence ve renkli bir dünya sunacak motivasyonuyla hiçbir dine bakmıyorum. Benim için din, Damdaki Kemancı müzikalindeki ‘Tradition’ şarkısının sözleri gibi:
“A fiddler on the roof. Sounds crazy, no? But in our little village of Anatevka,
you might say every one of us is a fiddler on the roof,
trying to scratch out a pleasant, simple tune without breaking his neck. It isn’t easy.
You may ask, why do we stay up there if it’s so dangerous?
We stay because Anatevka is our home... And how do we keep our balance?
That I can tell you in one word... Tradition.”
Telefondaki arkadaşım ise benden tamamen farklı düşünüyordu ki durumdan memnuniyetini dile getiriyordu. Sonunda herkesin düşüncesi kendine.
Tarihini merak edenler için Reformist Yahudilik veya Reform Yahudilik, ilk olarak 19. yüzyılda Avrupa’daki Yahudilerce tanınmış bir teolog olan Abraham Geiger’un önderliğiyle başlayan bir akım. Reformistlerin amacı ise Yahudilik ile çağdaş modern anlayışını birleştirmek. Böylelikle Reformist Yahudiler, hem geleneklerine uygun yaşamayı, hem de modern çağa ayak uydurmayı hedefliyorlar.
Peki gerçekte böyle mi? Bu konu hakkında farklı görüşler hakim.
Commentary Magazine’de Jack Wertheimer’in ‘What Does Reform Judaism Stand for’ başlığıyla kaleme aldığı makalede, Reformist olarak yetişen Yahudilerin yüzde 70’inin herhangi bir sinagoga gitmediği belirtiliyor. Yine Reform akımında yetiştirilen Yahudilerin yüzde 17’si Yahudiliği dinleri olarak görmemekte. Karışık evliliklerden gelen, Reform akımıyla yetiştirilmiş çocukların dinlerini Yahudilik olarak tanımlamayanların oranı ise yüzde 28’lere kadar yükselmekte.
Yahudi toplumu üzerine araştırmalar yayınlayan 2000 NJPS’e göre de Reformist sinagog üyelerinin yüzde 10’u sinagoglarına sadece haftada bir kez uğruyor. Genelde pek de dolu olmayan sinagoglarındaki sabah dualarına ise sadece bar-mitzva veya batmitzva törenleri için davetliler katılmakta. Kısaca Reformistler çağı yakalarken, Yahudiliği de beraberlerinde taşımakta çok başarılı olamadıkları belirtiliyor.
Türkiye’deki Yahudi toplumuna dönersek, çoğunluğumuz “çok da dinle iç içe değil, aksine dine mesafeliyiz. Konservatif toplum olarak geçen Türkiye’deki Yahudi toplumunun artık büyük bir çoğunluğunun konservatif olmadığı ve dinle alakası kalmadığı ise yadsınamaz bir gerçek.
Türkiye’de ise Reform Yahudilik için ayrılmış bir sinagog yok. Yine de reform fikrini savunanlar her geçen gün artmakta.
Sanırım gelecekte Türkiye’de bu akımın yansımalarını ve üyesi bol, sinagogu ise pek de dolu olmayan bir Reformist toplumu görmemiz muhtemel.
Yazımı yine Fiddler on The Roof’tan bir alıntıyla bitirmek isterim: “…Because of our traditions, we’ve kept our balance for many, many years… Without our traditions, our lives would be as shaky as... as a fiddler on the roof.”