Kuzey Kore, geride bıraktığımız bir yıl içinde tam altı nükleer deneme yaptı. Kıtalararası balistik füze menzilini Amerikan şehirlerine ulaşacak şekilde genişletme peşinde. Hatta Pyongyang’ın yeni yıl mesajında bir müjde vermesinden endişe ediliyor.
2017, dünya siyaseti açısından inişli çıkışlı, krizi bol bir yıl oldu.
Çözümsüz kalan birçok sorunu 2018’e devrediyoruz.
Bu sene gündemimizi meşgul eden birkaç başlık üzerinden ilerleyelim ve elden geldiğince iyi tarafından bakmaya çalışalım.
Mesela, ABD Başkanı Donald Trump ile bir yılımızı doldurduk ve henüz nükleer savaşa girmedik. Henüz diyorum, çünkü yarınımızın hiçbir garantisi yok.
Kuzey Kore, geride bıraktığımız bir yıl içinde tam altı nükleer deneme yaptı. Kıtalararası balistik füze menzilini Amerikan şehirlerine ulaşacak şekilde genişletme peşinde. Hatta Pyongyang’ın yeni yıl mesajında bir müjde vermesinden endişe ediliyor.
2017’ye IŞİD’li militanın üstlendiği, 39 kişinin hayatını kaybettiği Reina saldırısı sebebiyle buruk girmiştik... 2014’ten bu yana vahşetiyle zihinlerimize kazınan IŞİD, Irak ve Suriye’de elinde bulundurduğu toprakların neredeyse tamamını kaybetti. Elbette bu IŞİD tehdidinin sona erdiği anlamına gelmiyor.
Libya, Mısır, Somali, Nijerya, Afganistan, Filipinler gibi, Afrika’dan Asya’ya birçok yerde IŞİD yapılanmasına rastlamak mümkün. Dahası, Irak ve Suriye’ye gelen yabancı savaşçıların ülkelerine dönerek en iyi bildikleri işi yapacak olmaları da bir başka kâbus senaryosu. Avrupa’da gözlemlediğimiz gibi, IŞİD bazen terör hücrelerini harekete geçirerek, bazense sadece yalnız kurtlara ilham kaynağı olarak terör yaratmaya devam ediyor. Dolayısıyla, örgütün ideolojik çekim gücünü besleyen sosyo-ekonomik ve kültürel koşullar var olduğu müddetçe, radikal terör başka isimlerle masumların canını almaya devam edecek.
IŞİD’in gerilemesiyle birlikte oluşan güç boşluğu, Suriye ve Irak’ta yeni bir paylaşım mücadelesini başlatmış oldu. Rusya ve İran savaş boyunca Beşar Esad’a yapmış oldukları yatırımın karşılığını, Suriye’de askeri varlıklarını kalıcı hale getirerek almayı hedefliyor. Rusya bu anlamda kendini çoktan sağlama aldı bile. Mesele İran. IŞİD’in yenilmesiyle birlikte, ABD için artık öncelikli hedef İran’ın bölgedeki gücünün sınırlandırılması. İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’nin de desteklediği İran karşıtı eksen, Başkan Trump’ın büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararıyla darbe almış olsa da, Körfez iktidarları açısından İran tehdidi, Filistin meselesine galip gelmiş görünüyor. Bu eksenin İran’la yürüteceği güç mücadelesi Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de önümüzdeki yıl da devam edecek.
Bu bağlamda, özellikle Suriye ve Irak’ta Kürtlerin belirleyici aktör konumuna yükseldiklerini not düşmek gerek. Kuzey Irak bağımsızlık referandumu sonrası gelişmelerin nereye varacağı ve mayısta Irak’ta yapılacak seçimler, İran etkisini değerlendirmek açısından yakından takip edilmeli.
2017 Avrupa için kritik seçimlerle dolu bir yıl oldu. Hollanda’da popülist lider Geert Wilders’ın, Fransa’da Marine Le Pen’in yenilgisiyle biraz umutlanmıştık. Eylülde bir de baktık ki, Almanya’nın Nazi tandanslı Alternative Für Deutschland partisi meclise girdi. Avusturya’da ise bir başka aşırı milliyetçi, Özgürlük Partisi koalisyon ortağı oldu. Dolayısıyla Avrupa’da yükselen antisemit, İslamofobik ve yabancı düşmanı popülizm dalgası henüz dinmiş değil. Popülist liderler çoğu zaman gerçeği çarpıtarak verdikleri mesajlarla küskün kitlelerin öfkesine tercüman oldukları için destekleniyor. Her ne kadar kökü yanlış yerde aranıyor, fatura yanlış kişilere çıkarılıyor olsa da, bu kitlelerin mağduriyetine yol açan sorunlar, bir o kadar gerçek. Ilımlı iktidarlar küresel kapitalizmin kaybedenlerine el uzatmadıkları takdirde, popülist dalga güçlenerek, hepimizi yutabilir.
Tam da sağduyulu, devlet adamlarına, dünya liderliğine ihtiyacımız olduğu şu dönemde Washington’a baktığımızda karamsarlığa kapılmamak elde değil. İçeride Rusya’nın başkanlık seçimlerine karıştığı iddiasıyla yürütülen soruşturma sebebiyle köşeye sıkışmış, oturduğu koltuğun gerektirdiği bilgi birikimi, tecrübeden yoksun, idaresindeki bakanlıklarla görüş ayrılıkları yaşayan bir başkan var. Bir gün NATO’nun modası geçtiğini söylüyor, bir başka gün bakıyoruz BM’e şantaj yapmış.
II. Dünya Savaşı sonrası ABD eliyle kurulmuş liberal demokratik düzenin değerlerini alaşağı aeden, kurumlarının altını oyan bir yönetimle karşı karşıyayız. Yakın zamanda yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi Amerikan çıkarlarını merkeze alan, demokrasi, insan hakları gibi değerleri ikinci plana atan, ekonomik anlamda korumacılığı teşvik eden, tek taraflı ve sert güce dayalı bir dış politika çizgisi ortaya koyuyor. İran, Kuzey Kore düşman devletler; IŞİD, El Kaide ve Hizbullah ise devlet dışı aktörler arasında yerini almış.
Kuzey Kore’yi dizginlemek için diplomatik desteği beklenen Çin, strateji belgesinde ABD’ye meydan okuyan rakip güç olarak resmedilmiş. Başkan Trump’ın her fırsatta övdüğü Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in ise gerek belgedeki sert ifadeler, gerekse ABD Dışişleri’nin Ukrayna’ya silah satışını onaylayan kararıyla kafası karışmış olmalı.
Her bakımdan uluslararası ilişkilerde, belirsizliklerin ve çatışma ihtimalinin arttığı bir döneme giriyoruz.
Çok kutuplu bir dünya düzenine doğru ilerlerken, Türkiye açısından elzem olan taraflara eşit mesafeli, maceraperestlikten uzak ve soğukkanlı bir dış politika izlemesi olacaktır.
Ancak içinde bulunduğumuz başkanlık seçimi dönemi, dış politika meselelerinin rahatlıkla iç siyaset malzemesi olabileceği, elverişsiz bir iklim yaratıyor. Türkiye’nin sorunlara ulusal çıkarları ön plana alan, uzun vadeli stratejiler geliştirmesi gerekli. Yeni yılda atılacak adımlar, ülkenin dünya siyasetindeki konumu ve rolünü de belirleyecek.