Size biraz Şalom spor ekibinden bahsedeyim… Yıllar yılı köşemizin adı ‘Spor Seyrederken’, bir sürü yazar arkadaşımızla burayı dönüşümlü olarak spor adına bir şeyler yazıp çizmek için haftalık olarak kullanıyoruz. Bir de ana sayfamız var; çok değerli, çoğunlukla birçok yerde bulamayacağımız araştırma yazıları, röportajlar oluyor. Yeri geliyor sinirleniyoruz, yeri geliyor tuttuğumuz takımın şampiyonluk coşkusunu buraya haykırıyoruz. Hepimizin, farklı görüşleri, farklı fikirleri var; tutkularımız, renklerimiz, sevdiğimiz spor dalları çok farklı. Fakat en önemli ortak noktamız sporu seyredip yazmamız; sporu sevmemiz. Hiç kimse buraya kendi taraftarlığını taşıyıp burayı bir holiganın blog köşesi gibi işgal edip, agresif şeyler yazmıyor. Çünkü bu değerli ekip, bunun gazetede değil de tribünlerde, maç ortamlarında, heyecanın olduğu yerlerde olması gerektiğini biliyor. Bunun için çok da akıllı olmanıza gerek yok, sporu seyretmekle, takımını desteklemenin farkını bilir çoğu insan. Fakat bu aralar bu konuda en çok zorluk çeken grup Fenerbahçe Doğuş’un yani Fenerbahçe’nin basketbol seyircisi.
Öyle ki, geçen senelerde seyircisiyle beraber fırtınalar estirip, kupayı da müzesine götürdü. Bu sene en önemli iki oyuncusundan yoksun olmasının da vermiş olduğu hırs eksikliğiyle Fenerbahçe basketbol seyircisine bir dinginlik, bir sakinlik geldi. Sporu adeta seyreder oldular. Hiç kimse bir holigan grup veya küfürlü tezahürat yapan grup istemiyor. Fakat geçen sene kupayı müzemize götürdüğümüzün vermiş olduğu doygunlukla da, maça sadece alkışla tempo tutulması da Fenerbahçe gibi bir takım taraftarına yakışmıyor ve kabul edilemez. Geçen hafta oynanan içerdeki Real Madrid maçında, sahaya yakın bölümde oturan taraftarların yüzde 90’ına yakın kısmı sadece maç tehlikeye girince bitime son 2 dakika kala ayaklanıp tezahürata başladılar. Nitekim çok kötü oynadığımız oyuna taraftarların durgunluğu eklenince mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Kimse bağırıp, çağırmak zorunda değil ama Fenerbahçe’nin içerde oynadığı maçlar artık bir deplasmandan farksız ve sadece parke sesleri duyuluyorsa o salondan, bu da kabul edilemez. Bu kadar açık ve net. Şampiyonluk istiyorsak, anonsöre kalmadan tutkulu şekilde, rahat koltuklarımızdan kalkıp bağıracağız. Artık Udoh’un da bizi gaza getiren blokları ve Bogdan’ın taşıyıcı üçlüklerinin de olmadığını bilmemiz gerekiyor. Sadece sarı tişört giyip oturmak, spor seyretmekten öteye geçmiyor ne yazık ki. Böyle devam ederse alt tribünlerin hepsini basın tribününe dönüştürelim, herkes rahat eder. Tarafsız gazeteciliği işte bu kadar güzel anlatıyor ‘Spor Seyrederken’ başlığı. Taraftar olmak ise, seyretmekten öteye gitmeli, en azından Euroleague şampiyonluğuna oynuyorsanız.
Herkese özgür bir yıl dilerim…