İstanbulluğa veda, İstanbul’a bir veda…
Münir Özkul denince aklıma çoğu ezbere bildiğimiz sahnenin yanında ‘Neşeli Günler’ gelir. Hani şu “turşunun iyisinin limonla mı yoksa sirkeyle mi?” yapıldığı kavgası vardır. Yolunuz Cihangir’e düşerse Asri Turşucu’nun vitrini, duvarları sizi film setine götürür. Hababam Sınıfı, Neşeli Günler, Bizim Aile, Aile Şerefi, Gırgıriye ve daha niceleri ile Münir Özkul aslında veda etmekte olduğumuz, özlem duyduğumuz İstanbul’dur. Yeni gelenlerin kendi düzenini kabul ettirmeye çalışmadığı, kutuplaşmanın yerine birbirine saygının ön planda olduğu, belki daha fakir ama mutlu bir İstanbul fotoğrafı… Geride kalanlar Münir Özkul’un gidişi ile sadece Mahmut Hocaları’na değil yitip gitmekte olan değerlerine de ağladılar.
“Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm, yaşadım ve yaşlandım. Başka bir şehirde doğmuş ve yaşamış olma isteği içimde hiç olmadı. Bu yolda bir değişikliğin düşüne de dalmadım. Ancak zaman zaman, şu olayları yaşamasaydık ya da şu insanlar İstanbul ve ülke yazgısına egemen olmasaydı ah! diye yakındığım oldu. Bir dahaki sefere başka bir şehirde başka insanlarla yaşamak mı? Ona da yokum! Sevdiklerimden ayrılamam. Nefret ettiğim insanları da başkalarının sırtına bırakmaya hakkım yok! Hele biraz deniz kıyılarında yürüsem de açılsam, o yeter. Candan iyi dileklerle!”
‘Nereye Gittin İstanbul?’ diye sorarken yıllar evvel erken bir veda mı etmişti Aydın Boysan bizlere? İstanbul’a dair bu iki büyük değerin aramızdan ayrılışı kişisel hikâyemde babamın İstanbul’undan bir parçayı daha kopardı yüreğimden...
Bugünlerde İstanbullular, bir yandan siyasilerin gururla anlattıkları restore edilen kiliseler ve havrayı dinleyedursunlar, içten içe kabuk değiştiren ülkenin, kaybedilen kültürel çoğulculuğun yasını tutmaktalar. Ne zaman anlayacağız hastaneleri baştan aşağı yenilemekle sağlık sisteminin arzu edilen seviyeye gelmeyeceğini, adliyeleri pırıl pırıl binalara yeniden inşa etmekle kaybedilen adaletin kazanılamayacağını veya bakım, onarım gerektiren ibadethanelerin restore edilmesinin korkup, sindirilen, aidiyetini sorgulayan farklı inanç mensubu vatandaşları geri getirmeye yeterli olmayacağını? Ecdadımız olarak övündüğümüz Osmanlı’nın İstanbul’un fethinden kısa bir süre sonra payitahta Yahudi göçünü teşvik ettiğini, güvenceler verdiğini düşünmemiz bile o zamandan şimdiye farkı anlamaya yeter. Bu şehirde her taşında anılarımızın yer aldığı binaların onayımız olmadan restorasyon adında bambaşka çehrelere büründürülmesi, gücümüz yettiğince tek tip bir yaşamın dayatılması hatta beton yığınları ile yaşama zevkimizin elimizden alınması bile bizlere o mutlu günleri hatırlatan Münir Özkul ve Aydın Boysan’ı neden bu kadar özlemle anacağımızı anlatmaya yetmez mi? Alkol ve sigaraya gösterilen özenin çocuk ve kadın istismarlarına karşı gösterilmemesi, birilerinin din adına çocuk istismarına yasal zemin araması midenizi bulandırmıyor mu? Sırf 2017 yılında 409 kadın cinayeti, 387 çocuk cinsel istismarı ve 332 kadına cinsel şiddet vakası ile utanç tablomuz yüzümüze vurulmuyor mu? Eğitimin içi boşaltılırken gururumuz olan köklü eğitim kurumlarımıza yapılan anlaşılması zor tenkitler ve kendimizi savunma içgüdüsünde birbirimizden daha da uzaklaşmamız, hayalini kurduğumuz İstanbul’umuzun hayal kırklığı altında ezilip yaşadığımız şehre ve ülkeye yabancılaşmak değil midir?
Münir Özkul ve Aydın Boysan’a veda, biz İstanbullular için sevilen iki sanatçıya vedadan çok daha derin anlamlar taşır. Balkonlu evlerde komşuluk sohbetlerine, Neşeli günlere, fabrikatör Saim Beylere ağzının payını verecek Yaşar Ustalara, rakı adabına, İstanbulluluğa, gerçek sanata ve sanatçıya bir daha geri gelmeyecek zamanlara bir vedadır. Yolunuz ışık olsun büyük ustalar. Başka bir İstanbul’da görüşmek dileğiyle…