Hekimlerin hastalarına beş dakikadan fazla zaman ayırması gerekliliğini vurgulayan Türk Tabipler Birliği duyurusunu okuduğumda aklıma ilk gelen çağrışım, zaman sıkıntısı devrinin sıkıntılı anne-babalarına çözüm önerisi ‘kaliteli zaman’ oldu.
Neo-ebeveynlik dönemi
2000’ler anne-babalık tarzlarında 1990’larda başlayan değişimin dönüm noktası oldu. Anne-babalar kendi anne-babalarının yaşam standardını aşmak için çalışma saatlerini arttırdıkça, kendi ruhlarının bakımına yetişemedikleri gibi bebeklerine ve çocuklarına da yetemedikleri duygusuna gömüldüler. Bir dönem televizyonların sağlık programlarında sloganlaştırılan “7/24” annelik (sahte) reçetelerinin imkânsızlığı karşısında çocuklarına ayırabildikleri zamanın azlığından mahcup olan anne-babalara ‘kaliteli zaman’dan başka seçenek kalmadı. ‘Az olsun öz olsun’dan ilhamla 3-5 dakikayı nasıl olur da çocuğumuz için yeterli kılarız sorusu ve arayışı giderek ‘aslında iyi bir 3-5 dakikanın da yetebileceği’ düşüncesine dönüştü.
Kaliteli anne-baba zamanı dışındaki zaman dilimlerinin nasıl değerlendirileceği ise aynı perspektifle düşünüldüğünde, ‘şimdiden teknolojiyle tanışmalı’, o nedenle ‘kendisine ait bir iPad’i, odasında televizyon ekranı olmalı, dünyadan kopmamalı, arkadaşlarının konuştuğu konulardan (GTA tarzı kim kimi nasıl öldürmüş, nasıl tecavüz etmiş oyunundaki güncel bilgilerden) eksik kalmamalı’yı doğurdu. Ekranda şiddet ve kadını değersizleştirici içerikle karşılaşmanın ne zararı olabilir ki ile devam eden bu hoşa giden ve işe gelen argümanlar (hoş gelen sözler söylemekte) uzman görüşü destekli ‘ödül/ceza olmamalı’yla doruğa ulaştı. ‘Ne yaparsak yapalım, sonuçlarına biz değil başkaları katlanmalı, keyfimizi bozamayız’ ideolojisinin partiler üstü iktidarı böylece üstümüze çöktü. Oyların nereye verildiğinden bağımsız bir siyasi akım olan bu “canım, her şey bilimsel mi olmalı?” düşünce ekolünün ‘aydın sevmezlik’i, düşünme ve çözüm bulmayı engelledi.
Çocuklarımızın gelişiminde anne-baba ve toplum olarak oynayabileceğimiz rol hakkında üretilmiş bilgileri inceleyip kendimize özgü yolları geliştirmeyi seçenler azınlıkta kaldı. Yadsıma (inkâr) politikaları, keyif bozmama ideolojisinin gündelik araçları oldu. Zaman bulamıyorsak, çalışma hayatımızı ancak 24 saati işimize ayırarak sürdürebiliyorsak, bize bu hayatta kendimizle ve çocuklarımızla geçireceğimiz zaman kalmıyorsa, o zaman, ‘zaman’ın önemini yadsıma zamanıdır. Kaliteli zaman kavramı çocuğumuzla beraber katıksız biçimde hayata odaklandığımız bir zaman dilimi yaratmanın ipucuyken, bir şey yapıyormuş gibi olmanın mazeretine dönüştü. Tıpkı çocuğumuzla arkadaşmış gibi yapmak (“arkadaşız, ama haddini bil), çocuğumuzu özgürmüş gibi hissettirmek (“bizi rahat bıraktığı sürece her şeyi yapabilir) gibi. Post-truth ya da alternatif veri gibi kavramları uzaklarda aramadan, modern anne-babaların çaresizlikten sığındıkları neo-ebeveynlik kavramlarında bulabilirsiniz.
Bu kaliteli zaman fikri hepimizi, ama özellikle büyük kentlerdeki ‘beyaz yakalı’ anne-babaları avucuna alınca, çocuklar (anne-babalarının onlara ayırabildiği kaliteli zamandan kalan zamanlarda) kendilerini yalnız bırakmayacak dijital dostlara daha çok sığındılar. Bu sefer dijital dostlarla olan zamanı nasıl düzenleriz, tartışmalarına sürüklendik. Okumadığımız kitaplar hakkında arka kapaklarından ya da executive summary’lerden (yönetici özeti) edindiğimiz bilgilerle idare edebiliyorsak, dijital hayatın evlerimizdeki yeri konusunda da o tip, özet, anlamasak da aklımıza yatacak, işimize gelecek (Türkçesi rahatımızı bozmayacak) bir reçeteye ihtiyaç duyduk.
“Çocuğumuz kaç saat iPad, PS ya da XY oynamalı”, sorusuna ne denebilir? “Kaç saat Yaşar Kemal ya da Behiç Ak okumalı” diye soran olmasa da, benim cevabım “o kitapları okuduğu süre kadar dijital hayat”, olur. Bu ayağı yere basmayan cevabı sevmeyeceğinizi ve başka bir cevap verecek birisini arayacağınızı düşünerek, “tabii, yolculuktaki ve yemek sofrasındaki saatleri buna katmayalım” dersem, cevabımı sevebilirsiniz.
İlişki tedavinin parçası
Beş dakikalık ‘kaliteli zaman’ ilkesiyle çalışan hekimler, fabrikadaki ‘Taylor’cu üretim zincirindeki bir birim gibi mi çalışacaklar? Beş dakikada hangi muayeneyi, hangi reçeteyi, hangi tetkik isteğini tamamlayacakları bilinmez, ama hastalarının yüzüne bakacak zamanı bile bulmak zor. Oysa iki insan arasındaki ilişki kalitesini beraber geçen zaman belirler. Beraber zamanların fiziki olması şart değil, diye itiraz edilebilir. Ne de olsa Leyla ile Mecnun ya da Nazım ile Piraye gibi âşıklar bile ilişkilerinin büyük bölümünü hasret çekerek ve kavuşmaya çalışarak, ama kafaları sadece birbirleriyle meşgul olarak beraber geçirmişlerdir. Hekimin hastasının durumuna kafa yorması, derdini düşünmesi, yokluğunda onu düşünmeye devam etmesi için de zaman gerekir. Eğitim hastanelerinde vakaların tartışılmasına, klinik toplantıların yapılmasına ayrılan zaman dilimleri 10 yıl öncesine göre bile çok azaldı. Eğitim ve bilimden, hastaya ayrılan zamandan tasarruf edilen zaman hastalara ayrılıp, daha fazla insana beş dakikalık sağlık hizmeti götürmeye yarıyorsa, bunu sağlık hizmetinin yaygınlaşması gibi görmek zor. Zira tıpkı anne-babalıktaki zorlama kaliteli zamanın çocuğun ve anne-babanın ihtiyacına yetmemesinde olduğu gibi, hastanın hekimden ihtiyacı olan bilgi ve ilgiyi alması için gerekli olan zaman da beş dakikaya sığdırılamıyor.
Hekimin ve sağlık ekibinin hastaya ayırdığı zamanın ve gösterdiği ilginin, teknolojik ilerleme ya da tıbbi tekniklerin ötesinde bir etkisi var. Son dönemde öne çıkan bulgulardan birisi ilaç araştırmalarında plasebo etkisinin yüksekliği. Etkin madde içermeyen ancak ilaç görünümündeki plasebolar araştırma ortamları dışında aynı etkiyi pek göstermiyor. İlaç araştırmalarında hasta ile tedavi ekibinin beraber geçirdiği sürenin ABD standardındaki rutin muayene sürelerinin bile 8-10 katı kadar olması, hasta ile hekimin defalarca, normalde olacaktan çok daha sık olarak bir araya gelmesi, konuşması ve durumu tartışması araştırma ortamlarını hastanın hekim ve ekip ilgisine bir anlamda ‘doyduğu’ ve kuvvetli bir ilişkinin ‘doğduğu’ yer kılıyor. Bu yeri diğer kliniklerden ayıran ana etken zaman. Bu kadar zamanı ayırdığınızda oluşan güçlü ilişki sayesinde, hastanıza ne verseniz, çok faydası oluyor. İlişki tedavinin ayrılmaz bir parçası... Birbirimize ayırdığımız ilişki ise ilişkinin bir parçası.
Hastalarına yeterli zaman ayıramayacak şekilde çalıştırılan hekimlerden çocuğuna kitap okuyacak zamanı bulamayan anne-babalara uzanan büyük bir kitlenin belki de cevabını duymaktan kaygıları nedeniyle uzak durduğu şu soruların cevabını bulup sunabilmeliyiz: Beraberlik süresi ile ilişki kalitesi doğru orantılı ise, kaliteli zaman kaliteli ilişkiye yetiyor mu? Yetmiyorsa ki, öyle gözüküyor, ne yapacağız?