“Bilmiyor muydunuz” demeyecekler mi?

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
17 Ocak 2018 Çarşamba

KOZMOPOLİT

Bir zamanlar…

Evren bir bütündü ve bir merkezi vardı.

Şimdi artık ne bir bütün ne bir merkez var.

Paul Valéry

 

Anlamsızlığa dair

Camus’nün ‘Yabancı’sında plajda hiç tanımadığı birini rastgele öldürmek suçu ile yargılanan Meursault’ya yargıç nedenini sorduğunda belirgin bir şey söylemeyecektir. Belki de güneşin parlak ışığı gözlerini kamaştırmıştır.

Anlamsızlığı vurgulamak istemiştir muhtemelen Camus usta kalemi ile. Nietzsche de çok daha önceden, 20. yüzyıl ufukta göründüğünde geleceğin yani bugünün boşluğunu vurgulamak için şöyle yazmayacak mıydı? “Burada gözler önüne sermeye çalıştığım gelecek iki yüzyıldır. Gelecek olanı tarif ediyorum, yani artık farklı gelemeyecek olanı. Nihilizmin gelişi bu. Gelecek daha şimdiden yüzlerce işareti konuşmaktadır. Bu kader kendini her yerde ilan etmektedir.”

Anlamsızlık tabii ki bir yönü ile anlamlıdır ve Camus de Nietzsche de (yüzlerce işaretten) bahsederken bunu vurgulamak isteyeceklerdir. Anlamsıza götüren nedenlerin altını çizmek isteyeceklerdir.

Peki, yer üzerinde varoluşa dair risklerin giderek büyüdüğü günümüzde illüzyonlara tutsak edilmiş ve özgür olduğunu zanneden insan bu işaretleri okuyabilecek midir? Bu soru temel olmakla birlikte yine de ancak bir diğeri ile bütünleştiğinde ancak verilecek yanıt somutlaşacaktır. Hız ’ın baş tacı edildiği günümüz dünyasında illüzyonun ardındakini anlamak için yavaşlamak mümkün olacak mıdır? Zaman üzerinde yeniden ve yeniden düşünülmeye zaman bulunacak mıdır?

Ama önce, anlamsızlık üzerine, tutsaklık üzerine düşünme iradesine sahip olunabilecek midir?

Belki ancak bu şartlarla, ufuktaki geleceğin ne büyük riskler taşıdığını sezebilecektir insan.

Riske dair

İçinde yaşanılan büyük iktisadi düzen, riskin rekabetle birleştiğinde, çağın fetişleri, ilerlemenin, büyümenin ve zenginleşmenin büyük dinamiklerini oluşturduklarını zihinlere kazır.

Rekabet, Rousseau’nun perspektifinde ‘kötü’nün kaynağı iken, risk de bir yoruma göre Latince de ‘rixare’den geldiğinden kavga anlamını taşıyacaktır. Bu kavramların üzerinde yükselen uygarlığın, mesela 20. yüzyıldan itibaren nasıl Hades’in ülkesi olduğuna şaşırmaya gerek kalacak mıdır? 

Bugünün ürkütücülüğü ise hızın riskinin, teknoloji ile birleştiğinde varılan yerden kaynaklanacaktır. Teknoloji, bugün varılan yerde insanın algılama düzeyini aşmıştır ve nerede ise bağımsız bir nitelik kazanmıştır.

Risk, hız ve teknoloji toplumunun bir anlamda felaket toplumu olabileceğini ileri sürmek için Daniel ismini taşımaya ve peygamber olmaya gerek var mıdır? Cioran, 20. yüzyılın ortalarında gerçeğin hızlanmasını şu cümlelerle ifade edecektir: “Her anın mucize olduğu bir cehennemin dibindeyiz.”

Felaketin tehdidi

Gelecek, kuşkusuz bugün daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir tehlike olarak gündemdedir. Bugüne felaketler zamanı dememiz yanlış olmayacaktır. Bugün, en ileri demokrasilerde dahi gelecek, an’a feda edilmemekte midir?

An’ın krallığında yarın ipotek altına alınmaktadır. Hâlbuki Spinoza “yarın bize ait değildir” diyerek bir anlamda uyarmıştı bizi.

Ekolojik, finansal ve nükleer felaket bize Hades’in kapısını açacak gibi görünmektedir. “Küresel ölçekteki felaketlerin doğurduğu endişe” diye yazıyor Ulrich Beck, “politik düzeyi yaşamsal risklerden hiç bahsetmemeye itmiştir. Güvenliği, rasyonaliteyi, devleti, bilimi, sağlamak için görevli olan aktörler bunun yerine halkı henüz inşa edilmemiş bir hava limanına götürecek uçağa bindirmektedirler.” 

Sormak gerekecek kaçınılmaz olarak: Gelecek, gelecek olan mıdır?

Gelecek, var mıdır şimdiden? İnşa edilen midir? Nietzsche geleceği bugünde görüyordu. Anlamsızlığın içindeki bugünün insanı ise geleceğin uzaklarda bir yerlerde olduğuna inandırılıyor. Farkına varmadan an uğruna gelecekten vazgeçiliyor böylece.

Trump’ın danışmanlarından birinin cümlesi takılıyor akla; ünlü bir gazeteci şöyle diyor; “Tabiat için bizim bir şey yapmamıza gerek yok. Ben doğaya değil, Tanrı’ya inanıyorum, yapılacakları o bizden iyi bilir!” Ünlü danışmana göre, yer üzerinde olup bitenden insan sorumlu değildir anlaşılan.

Kader artık gerçekleşmek için “kazayı” bekler durumdadır demek yanlış mı olacaktır bu durumda. Gelecek sanki kader ile kazanın büyük ve trajik tangosunda oynanacaktır. Kader belki gerçekleşmek için kazaya dahi ihtiyaç göstermeyecektir. Derrida’nın bir müridi şöyle diyecektir; “Kader ancak kaza sayesinde var olur. Kaza, kaderin bir tamamlayıcısıdır. Kader nihayet kaza sayesinde var olur.”

Kazayı mı hazırlıyor yine insan bugün?

Nietzsche anlamın yittiğini söylerken, Virilio da, “Toplam bir kaza çağında yaşıyoruz” diye yazmıyor mu?

Ve bütün bunlar için mi Yahudilikten, İslam’a, oradan Katolikliğe ve mesela Şintoizm’e kadar kutsalın dönüşünden bahsediliyor? Yine bütün bunlar için mi dini duygularla ulusal kimlikler bir potada birleştirilip 21. yüzyılın anlam arayan insanına buhurdanın fokurdayan sularında hayaller sunuluyor? Ve o hayallerin uğruna ölmek ve öldürmek için can atılıyor.

Ama Hades, ağzına kadar dolup yer kalmadığında, torunlarımız ve onların torunları bizi oralarda bulup yakamıza yapışmayacaklar mıdır; “Bilmiyor muydunuz” diye haykırmayacaklar mıdır olanca güçleri ile…

 

Metin Sarfati kimdir?

Yüksek lisansını ve doktorasını İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde tamamlayan Metin Sarfati Doçentlik unvanını Marmara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Fransızca Kamu Yönetimi bölümünde ‘İktisadi Düşünce Tarihi’ alanında aldı. Aynı bölüme profesör olarak atanan Sarfati görev süresi boyunca Fransa’nın çeşitli üniversitelerinde -burslu, burssuz- olarak bulundu, davetli öğretim üyesi olarak ders verdi.

‘Uygarlığın Bunalımı: Psikanalizin ve İktisadın Kavşağında Bir Analiz Denemesi’ (2014) ve  ‘Ekonomi Politiğin İnsanı Kim’dir?’ (2010) başlıklı iki kitabı bulunan Sarfati ayrıca birçok farklı kitapta da ortak yazarlık yaptı.