Davete icabet gerek

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
17 Ocak 2018 Çarşamba

MAVİ PENCERE

Ben çocukken anneler gün yapardı çünkü herkesin evinde telefon yoktu. Mesela her ayın ilk çarşambası annemin misafir beklediği gündü, son çarşambası da en yakın arkadaşının… Arada başka günler; farklı akrabalarda, farklı dostların evinde buluşulur, renkli çay sohbetleri yaşanırdı. Geç ve tek çocuk olduğum için annem beni genellikle yanına alırdı bu günlere giderken. Kelime haznem o zamanlarda gelişti diyebilirim. Her yaş grubundan abla ve teyzenin konuşmalarını ister istemez dinler, anlamadığım kelimeleri anneme sorardım.

Bir de plaklar çalınırdı hafif sesle. Türk Sanat Müziği zevkim de beş yaşında kendiliğinden gelişmeye o günlere gide gide başladı. ‘Cana, rakibi handan edersin’ diyen Zeki Müren’in sesi hâlâ kulağımdadır. Üniversiteye gelip divan edebiyatı görmeye başlayınca anlamına vakıf olduğum bu şarkıyı, o zamandan beri çok severim. ‘Hovardalık artarmış yaş olunca elli’ şarkısını Sevim Çağlayan söylüyordu. Çok zorlamıştım annemi hovardalık ne demek anlatsın diye. Zavallı annem nasıl anlatsaydı beş yaşındaki kızına hovardalığın ne olduğunu! İnsanları her zaman sevdim ben… O zamanlarda da bu, böyleydi. Hiç sıkılmazdım o gezmelerde. Edilen muhabbetleri can kulağıyla dinler, insan hikâyeleri biriktirirdim.

Annem, günlere ne olursa olsun gitmeye çalışırdı. Bilirdi ki herkes kekini, böreğini, pastasını yapmış o gün misafir bekler. Bir nevi davetti o günler o zamanlarda. Gitmemek en büyük ayıptı çok büyük bir mani yoksa… Babam da düğün davetlerini, akşam oturmalarını, çay partilerini hiç kaçırmak istemez, annemle mutlaka bu davetlere katılırdı.

Bundan dolayıdır ki ben evlendiğimde farklı yaş gruplarından tüm sevenlerimiz düğünümdeydi, çünkü hayat paylaşmak demekti. Çünkü hayat, vefa demek, sevgi demek, güzel anılar demekti sonradan anlatılabilsin diye…

Bu sebeple, partilere, davetlere, organizasyonlara sudan sebepler üreterek katılmayan insanlara hayret ediyorum ve onları hiç anlamıyorum. Neden planlanır böyle birliktelikler? İş olsun diye mi, laf olsun diye mi, insan başkasına her daim muhtaç diye mi? Tabii ki hayır… Herkes kendi kendine vakit geçirme zevki ve lüksüne sahiptir. Ama önemli olan, birlikte güzel vakit geçirebilmek, yaşanmışlıklara yenilerini ekleyebilmektir. Çünkü hayat gerçekten kısa… Mekânlar, zamanlar çok çabuk geçiyor. İnsanlar aramızdan aniden ayrılıyor. İş yerlerimizi değiştiriyoruz, emekli oluyoruz; yaşadığımız şehirden, ülkeden ayrılıyoruz. Cebimizde anılarımız kalıyor.

O zaman davetlere icabet gerek… Kendimiz için, geçmişimizi daha keyifli hatırlamak için, dostları daha yakından tanımak için…

Çünkü inanın gitmezsek bir süre sonra kimsenin umurunda olmaz orada olup olmamamız. Nasıl olsa birileri vardır birbirini seven, sevilen. Nasıl olsa herkesin boşluğu dolar bu hayatta.

Siz, boşluğu doldurulamayanlardan olun. Şu hayatta; sevmek, sevilmek, güzel hatırlamak ve hatırlanmaktan güzel bir şey var mı?

Minicik kızım bile sevildiğini hissetmekte çok başarılı… Onu kucağına almak isteyenlere ellerini uzatıyor, güldürmeye çalışanlara gülücükle cevap veriyor. İnşallah o da insanları sever benim gibi… Sevdiklerine gider, kapılarını çalar, ellerini öper… Güzel bir hayat biriktirir kendi için. Çünkü yaşı ilerlemiş yakınlarımda gördüğüm gibi, bir zaman geliyor, bu yaşanmışlıklar insanı ayakta tutuyor.

İyi ki gitmişiz, iyi ki gezmişiz, iyi ki yaşamışız dostlarla bu güzellikleri diyebilmek, en büyük hazine…

Soğuk olmayın, sıcak olun.

Kar olmayın, güneş olun.

Uzak olmayın insanlara; yakın olun. Çünkü insan, insanın en büyük değeri…