Üst üste aynı haberlerden alıyoruz. Önce Diyanet çocuk evliliğiyle ilgili bir skandala sebep oldu, ardından da sadece son beş ayda ve sadece bir hastanede tam 115 çocuğun hamileliğinin polise bildirilmediği anlaşıldı. Üstelik bu çocukların akıbetini araştıran sağlık görevlisi hakkında inceleme başlatıldığı ve görev yerinin değiştirildiği bilgisiyle iyice ‘taçlandı’ bu skandal.
Üst üste aynı haberlerden alıyoruz. Önce Diyanet çocuk evliliğiyle ilgili bir skandala sebep oldu, ardından da sadece son beş ayda ve sadece bir hastanede tam 115 çocuğun hamileliğinin polise bildirilmediği anlaşıldı. Üstelik bu çocukların akıbetini araştıran sağlık görevlisi hakkında inceleme başlatıldığı ve görev yerinin değiştirildiği bilgisiyle iyice ‘taçlandı’ bu skandal.
Hem Diyanet’in açıklamasının, hem de hastanede böyle bir meseleyi polise bildirmeyerek hoş görmenin, yani çocuk yaşta evliliği ve hamile kalmayı normal bulmanın ve cezalandırılmasına engel olmanın kökeninde yer alan ve maalesef halkımızın küçük bir bölümünün hâlâ zihninde yaşattığı dünya aynı kapıya çıkıyor. İkisi de evlilik için olgunluk yaşını buluğ çağına erişmek olarak kabul ediyor ve bu yaş erkek çocuklarında 12, kız çocuklarında 9’a kadar düşüyor. Geleneksel Türk ailesinde erkeğin askerliğini yapıp ekmeğini eline alması lazım, haliyle gelenekler erkek çocuklarını bir nebze olsun koruyabiliyor. Ancak kız çocuklarının durumu hiç wzaöyle değil, bu yüzden de yıllardır ‘çocuk gelinleri’ ve çocuk istismarını konuşuyoruz. Çünkü hem buluğa eren ‘kız çocuğunu’, ‘kadın olarak’ kabul edip hem de cinsel istismarla mücadele etmek mümkün değil.
Öncelikle kavramları doğru kullanmak gerekiyor. Önceki yıllarda bu konu gündem olduğunda, bir siyasetçi kendi ailesinde ve çevresindeki çocuk yaşta evlilikleri sayarak bunun normalliğini anlatmış ve o meşhur cümleyle sonlandırmıştı sözlerini: “Geleneklerimizde bu var.” Doğrudur, ancak bu artık çağın gerisinde kalmış bir gelenektir; reglin cinsellik için yeterli olduğu savı ‘çocukluk’ kavramı olmayan bir zamanın kabulüdür: Bugün erişkinlik için yalnız bedenen değil, ruhen de yeterli olmayı şart kabul eden bir çağdayız. Tam olarak bu yüzden, çocuk yaşta evlilik veya hamilelik gibi haberler ‘skandal’ olarak görülüyor. Çocuk istismarı, çocuk evliliği ve çocuk işçiliği gibi çocukluğa dair meselelerin ‘skandal’ olarak görülmesi modern bir bakıştır; Türkiye’de de bu, Cumhuriyet devrimlerinin bir kazanımıdır.
Çocukluk, modernitenin bir getirisidir: 18 yaş sınırının biyolojik bir anlamı yoktur, bu sınır akıllarda inşa edilmiştir. Bunun öncesinde çocukluktan, çocuk algısından, çocukluk duygusundan bahsetmek pek de mümkün değildir. Herhangi bir Avrupa şehrinde saray gezdiğinizde tablolara baktığınızda göreceğiniz şey hemen hemen aynıdır: Çocuklar da ebeveynleriyle işin bir ucundan tutmakta, büyüklerinin giydiklerinin birkaç boy küçüğünü giymektedirler. Ortada ‘çocuklar’ değil, ‘küçük adamlar’ vardır adeta, yetişkin insanın minyatürü gibidirler ve çocukluğa dair özel bir şey görmek pek mümkün değildir. Çocukluk kategorisi, moderniteyle birlikte kafalarda yer edinir ve bugün dahi en basit şeylerde bunu görmek mümkündür; çocuklar için ayrı mağazalar var, oyuncaklar bir endüstriye dönüşmüş durumda ve hatta çocuk modası diye bir şey var. Bu kategori zihinlerde o kadar oturmuş ki, çocuk kıyafetleri yetişkin insan kıyafetlerine benzediğinde direkt eleştiriyoruz; oysa bu önceki yüzyıllarda normal olandı, demek ki bazı gelenekler moderniteye çoktan yenilmiş.
Çocukluk kategorisinin olmadığı avcı-toplayıcı veya tarımcı topluluklardan birinde değil; çocukluğu yaratan kapitalist üretim, modern ulus-devlet ve endüstriyelleşmiş toplum gibi koşulların da ötesine geçip geçmediğimizi tartıştığımız zamanlarda yaşıyoruz. Çocukluk kategorisini belirlemiş olmaktan başka temel bir fark daha vardır Orta Çağ toplumuna göre: Çocukların topluma, yetişkinlerin arasına entegre edilmesi için acele edilmez, çocukların önüne planlanmış bir eğitim süreci konulur. Bugünkü toplumumuzun başarısı, bireylerinin ayrı ayrı başarısına, o da eğitime bağlıdır: Tam da bu yüzden ekonomik her sıkıntımızın ardından çözüm olarak eğitimden bahsedilir, eğitim alanında yapılan her türlü reform kıyasıya eleştirilir, her yeni hükümet, hatta aynı hükümette değişen her bakan eğitime yeniden el atar. Modern ekonomi ve modern devlet, çocukluk ve eğitimle kendini yeniden üretir ve bu insanın yine bir Rönesans kazanımı olan insanın kendini gerçekleştirmesi idealiyle kesişir: Çocuklar aileden aldıkları eğitimden başka devletin okullarında aldıkları eğitimle bilinçli yurttaşlar olurlar, kendi istekleri ve hayalleri doğrultusunda bir hayat kurarlar ve birey olurlar; bireyler de zamanı geldiğinde kendi eşlerini kendileri seçerler.
Diyanet’in karıştığı her skandalda yapılan eleştiriler, maalesef dine karşı yapılmış gibi kabul ediliyor. Oysa bu son olayda da olduğu gibi, mevzu dinle değil, medeni olamamakla alakalı; gayri medeni davranışların dinle ve geleneklerle meşrulaştırılmaya çalışılması gibi bir sorunla karşı karşıyayız. Bu durumu eleştirenler de dini eleştirmiyor, memleket adına kaygılı. Daha çok istismar, daha çok ‘skandal’ görmemek için eğitim düzeyimizin yükseltilmesine ihtiyaç var. Tüm bu konuşulanlar din eleştirisi olmadığı gibi dinde reform beklentisi de taşımıyor, dinin değil dindarın düzelmesi gerekiyor: Genel eğitim seviyesini yükselterek gayri medeni bu gibi davranış kodlarını sıfırlamak, bu çağın mecburiyeti. Bu becerilebilirse, “Neden çoğunluğu Müslüman ülkeler hep daha geri?” sorusuna, belki biz değilsek bile, çocuklarımız muhatap olmayacak. Zira İslami dünya görüşü modernleşince bundan en çok yine Müslümanlar kazançlı çıkacak.
Sözün özü, çocukluk haktır; her çocuğun bu hakkını kullanmasından hepimiz sorumluyuz.