“27 Aralık 1944’te, Auschwitz’de asıldım. 25 yaşındaydım. Asılma sebebim kaçmaya teşebbüstü…”
Bu cümlenin sahibi olan Sim Kessel, bir Fransız Yahudi’siydi ve profesyonel boksördü. İki yıldır Auschwitz’teydi. Bu pek olağan bir durum değildi zira Auschwitz’e gelen bir mahkûmun ömrü genellikle üç ayı geçmiyordu. Kampta bulunduğu bu süre zarfında Kessel tam altı kez ölümü alt etmeyi başardı.
İlki bir SS subayı tarafından ölümüne dövülmesi ve işkence görmesi neticesinde revirdeki Nazi doktorun kendisi hakkında ‘iş göremez’ raporu düzenlemesiydi. Öylesine kötü dayak yemişti ki parmaklarından birini kaybetmişti. Kampta ‘iş göremez’ raporu ‘ölüm’ ile eş anlamlıydı, zira iş göremeyen mahkûmlar gaz odalarına gönderiliyorlardı. Mucize bir anda geldi. Nazi doktorun hakkında düzenlediği iş göremez raporu tam anlamıyla esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Revirden onu teslim alan askerler rapor olmayınca Kessel’i doğrudan koğuşuna geri götürdüler.
Bu olaydan dört gün sonra bu defa Kessel, tekrar gaz odası için seçildi ve diğer umutsuz vakalarla beraber gaz odasına doğru yürümeye başladı. Çırılçıplak sıralanmış şekilde soğuktan donarak ölüm sırasının kendilerine gelmesini beklerlerken motosikletiyle oradan geçen bir SS subayı sıradakileri incelemek için durdu.
Kessel, dalgın dalgın bu motosikletliye bakarken adamın yüzüğüne takıldı gözü. Hayır, yanlış görmüş olamazdı. Boksör yüzüğüydü bu. Adamın kaslı omuzları ve yayvan yürüyüşü düşüncesini kesinleştiriyordu. Kessel o anı şöyle anlatıyor: “Önce tereddüt ettim. Sonra ne olacak canım, denemeye değer dedim. Çırılçıplak ve titreyerek ona doğru yürüdüm. Cesaretimin arkasında küçük bir umut vardı sanıyorum. Belki size mantıksız gelecek ama dünya üzerindeki tüm boksörlerin sınır tanımayan kardeşlik duygusuna güvendim o an. Adamın yanına geldiğimde çat pat Almancamla:
- Boxer?
- Boxer? Ja!
Herhangi bir açıklama beklemedi benden. Anladı. ‘Atla motora’ dedi.
Ben de atladım.”
Kessel, kurtarıcısının adını hiçbir zaman öğrenemedi. Subay, onu kamp revirine götürdü. Orada Kessel tamamen iyileşti ve çalışan mahkûmların arasına geri döndü. İki adam bir daha birbirlerini hiç görmediler. Kessel, hayatını kurtaran bu adamla ilgili daha sonra şöyle yazacaktı: “Boks adına bana gösterdiği bu merhamet duygusu aslında ikimiz için tamamen farklı duygular ifade ediyordu. Yaptığı şey benim için tabi ki her şeydi. Onun için ise neredeyse hiçbir şeydi. Son saniyede fark edilip üzerine basılmayan solucan gibiydim.”
Aralık 1944’te Kessel ve dört Polonyalı mahkûm kaçmaya çalışırlarken yakalandılar. Kaçmanın cezası toplum önünde asılmaktı. Dolayısıyla 25 bin mahkûm önünde beş mahkûm da sıraya dizildiler. Kessel, sıranın en sonundaydı. “27 Aralık 1944’te, Auschwitz’de asıldım. 25 yaşındaydım. Asılma sebebim kaçmaya teşebbüstü…”
Ve sonra… İp koptu!
Bazı ülkelerde eğer bir kişi idam edildikten sonra ölmezse hayatı bağışlanır. Ancak Auschwitz’de tabi ki işler böyle yürümüyordu. Basitçe ipten kurtulan biri, gizlice başka bir köşeye götürülür ve bu defa törensiz şekilde kurşuna dizilirdi.
Kessel, bu defa da yeni bir bela ile karşı karşıya kalmıştı. Kampın celladı Jacob ile yüzleşecekti. Celladının ününü biliyordu. Jacob da profesyonel bir boksördü. Aynı zamanda meşhur Alman şampiyonu Max Schmeling’i çalıştıran antrenördü. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Kessel, kendisini duvarın önüne getiren Jacob ile tartışmaya başladı. Kessel’in ağzından dinliyoruz: “Ona yarı Almanca, yarı Fransızca bağırıyordum. Boksörler birbirlerini öldüremezler dedim. Sen de eski bir boksörsün. Schmeling’i şampiyon yapan adamsın. Benim gibi bir boksörü soğukkanlılıkla katledersen bunun hesabını kendine nasıl vereceksin?”
Jacob, bu sözleri dinledi. Kessel’i duvarın önünde bırakarak sessizce yürüyerek uzaklaştı. Kessel, başını ellerinin arasına aldı ve duvarın önünde sinirden ağlamaya başladı. Jacob geri döndüğünde elinde yeni bir kamp üniforması vardı. “Bunu giy ve diğer mahkûmların arasına karış” dedi.
Resmi olarak Kessel artık Auschwitz’te ölmüştü. Ama gerçekte onun yerine başka bir mahkûmun cesedi krematoryuma yollanmıştı.
Auschwitz çok yakında boşaltılacaktı çünkü bir yanda Ruslar, diğer yanda Amerikalılar hızlıca kıskacı daraltıyorlardı.
Kessel, Jacob ile yüzleşmesinin akabinde ayrı ayrı iki ölüm yürüyüşü yaşadı ve bunlardan da sağ çıkmayı başardı. Nihayet, 7 Mayıs 1945’te özgürlüğüne kavuştu.
Yani, ipin koptuğu günden tam beş ay sonra…