Fransız yazar Michel Tournier, bir denemesinde şu soruyla söze başlıyor:
“Uyumlu bir çift nedir? Beyefendiyle hanımefendinin birbirine benzemesi mi gerekir, yoksa tersine karşıt nitelikleriyle birbirlerini tamamlamaları mı?”
İlk satırlarda okuduğum bu soru doğrusu kışkırtıyor, arkasından ne gelecek diye merak ettiriyor. Özellikle verilecek bir yanıtın, hangi tarafında yer aldığımızı düşündürterek…
Ünlü yazar, doğrudan kendi görüşünü ortaya koymadan, farklı örnekler vererek, mantıklı yanıtın eşlerin birbirlerini tamamlamaları olduğunu söylüyor. Savurgan birine göre tutumlu, yoksul birine göre varsıl, eğlenceyi seven birine göre daha durgun biri gibi. Tournier, bu kısa denemesiyle konuyu farklı boyutlarda tartışmaktan çok, okuyucuyu soru üstüne düşünmeye yönlendiriyor.
Nitekim benim de aklıma şu takılıyor: Yazarın ortaya attığı bu soruyu değişik kesimlerden evli çiftlere sorsam nasıl bir yanıt alırdım?
Kuşku yok ki eğitim düzeyleri, geleneklere olan bağlılıkları, birbirlerine olan saygı ve sevgi düzeyleri, birliktelik süreleri ve bunlara eklenebilecek daha birçok etmen, verecekleri yanıta etkili olacaktır. Belki de kendi ilişkilerini öncelikle gözden geçirerek konuya öyle yaklaşacaklardır. Bu yüzden gelebilecek böyle bir soru karşısında her birimiz, uyumlu bir çiftin tanımını gözlemlerimize ve yaşadıklarımıza bakarak yapacağımızı sanıyorum.
Magazin basınını izleyenler sıkça görüyor, okuyorlar: Manşetlerde iri harflerle uyumlu çiftler olarak nitelendirilip evlenenler, kısa bir birliktelikten sonra boşananlar, birbirlerini aldatanlar, aldatılanlar… Her gün bunlardan onlarca örneğiyle karşılaşıyoruz. Diyelim ki eşlerden her biri sanatçıdır, bilim insanıdır ya da aynı işkolunda çalışıyordur. Ortak beğenileri, benzer uğraşları olmalarına, aynı eğitimi almalarına ve aynı gelenekten gelmiş olmalarına karşın, nedense evliliklerini ayakta tutamadıklarını okuyoruz. Oysaki tümüyle farklı yapıda, değişik beklentilerde bulunan ya da ortak hiçbir beğenileri olmayan insanlar, çok uzun yıllar uyumlu bir birlikteliği sürdürebiliyorlar. Demek ki birbirine benzemek ya da birbirlerini tamamlamak da bir ölçüt olmayabiliyor.
Düşündükçe sorular, yeni soruları doğuruyor.
Konuya bir parantez açarak İngiliz şair, eleştirmen ve düşünür Samuel Taylor Coleridge’in söyledikleri üstünde durabiliriz:
“Gözümde canlandırabileceğim ya da hayal edebileceğim en mutlu evlilik, sağır bir erkekle kör bir kadının evliliği olsa gerek.”
Sözleri biraz abartılı da olsa Coleridge bana önemli bir gerçeği anımsatıyor:
Evlilikte mutlu olabilmek için kimi zaman kör, kimi zaman dilsiz, kimi zaman da sağır olmak gerekiyor!
Aslında sözü daha çok uzatmaya, yazarların, düşünürlerin söylediklerine sığınmaya hiç gerek yok. Kendi payıma şunu söylemek isterim:
Uyum, aynı çatı altında, saygı ve sevgi ikliminde birlikte yaşayabilmek, yaşlanabilmektir.