Bir yandan Suriye’nin kuzeyinde ordumuz operasyon yürütüyor, bir yanda gelecek yıl yapılacak seçimler için partiler kongrelerini tamamlama sürecinde. İkisini birbirine bağlayan bir ortak nokta varsa eğer, o da, geçen yıldan beri devam eden Atatürk ve Milli Mücadele yıllarına vurgudur herhalde. Cumhurbaşkanı’nın ÖSO’yu Kuvayi Milliye’ye benzetmesi veya CHP’nin Atatürk’ün savaşla ilgili sözleri ayrıca konuşulacak şeyler, ancak her ikisi de, günümüzü anlamak ve geniş kitlelere anlatabilmek için Türkiye’nin kuruluş yıllarına referans veriyorlar.
Bir yandan Suriye’nin kuzeyinde ordumuz operasyon yürütüyor, bir yanda gelecek yıl yapılacak seçimler için partiler kongrelerini tamamlama sürecinde. İkisini birbirine bağlayan bir ortak nokta varsa eğer, o da, geçen yıldan beri devam eden Atatürk ve Milli Mücadele yıllarına vurgudur herhalde. Cumhurbaşkanı’nın ÖSO’yu Kuvayi Milliye’ye benzetmesi veya CHP’nin Atatürk’ün savaşla ilgili sözleri ayrıca konuşulacak şeyler, ancak her ikisi de, günümüzü anlamak ve geniş kitlelere anlatabilmek için Türkiye’nin kuruluş yıllarına referans veriyorlar. Bu, geçen yıldan beri yükselen dalganın ne kadar kuvvetli olduğunun en somut göstergesi. Peki, bu noktaya nasıl geldik?
Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğu, ben çocukken nasıl tartışılıyorsa, bugün hâlâ öyle güncel ve taze; bitmeyen ve bitmemesi de gereken bir konu. Çünkü bugüne ait tartıştığımız ne varsa, dünü nasıl anlamlandırdığımız üzerinden anlam kazanıyor; derli toplu bir güncel anlatının tarihi de bir şekilde açıklaması gerekiyor. Bu yüzden de güncel siyasi tartışmalar, kuruluş yıllarını anlamlandırma üzerinden de dönebiliyor; geçtiğimiz on yıl bunu maalesef çok acı bir şekilde yaşadık. Bu devirle ilgili düşünmek ve tartışmak, bu ülke insanının -bir nevi- alın yazısı; Osmanlı’nın çöküşü, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk, her zaman görünür olmasa da hep alttan alta bu memlekete dair derdi ve tasavvuru olan insanların zihnindedir, bugünkü kuvvetli Atatürk vurguları da bunun yeni bir tezahürüdür.
Oysa daha dün, Atatürk ana akım gazetelerin tarih sayfalarında “Atatürk de insandı, illa hata yapmıştır canım” gibi yumuşak sözlerle başlayan çekingen yılların ardından sertçe yargılanır ve hatta mahkûm edilir olmuştu. Fikirsel bağlamda örgütlü atak kendine sol diyen gruplardan gelirken, öbür küçük tefek ataklar izlenmeyen televizyonlarda bilinmeyen hocaların verdikleri vaazlarda veya deli saçmalarının toplandığı tarih dergilerinde yer alıyordu. Tüm bu kuvvetli ataklara rağmen Atatürk’ün adı ve anıları silinmedi, silinemedi. Çünkü kim ne derse desin, Atatürk tüm toplumun en temel noktası. Bu da yukarıda değindiğimiz üzere, günceli anlamak ve aktarmak için geçmişin nasıl yorumlandığıyla alakalı verilebilecek en açık ve örnek.
Kuşaktan kuşağa anlayışlar değişebiliyor; Atatürk’ü anlamak ve yorumlamak her neslin kendi gerçekliğine göre farklılaşabiliyor. O yüzden de dün Atatürk ve dönemini eleştirme yarışına giren siyasilerin bugün övgü için birbiriyle yarışmasını, her hamlelerinde ona referans verme gayretlerini ‘çark etmelerine’ veya fikirlerinin değişmesine değil; yeni gelen kuşağın anlayışına ve siyasi ihtiyaçlarına cevap vermek amacıyla açıklamak gerektiğini zannediyorum. Zira gençler Atatürk’ü yalnızca minnet duyulan bir büyük olarak değil, hedefledikleri ve yaptıklarıyla günlük hayattaki ihtiyaçlarına bir karşılık olarak görüyorlar.
Atatürk’le ilgili ilk kuşak, Atatürk’ü sağken görüp tanıyabilen kuşak. Bu kuşağın algısında Atatürk, her şeyden önce, çok sevilen bir insandı: Anlatımlarda sevgiyi çok net bir şekilde görüyorduk. 60’larda doğan benim kuşağım, Atatürk’ün okullarına yaptığı ziyareti, Atatürk’ü Beşiktaş’ta uzaktan görebilmelerini, Atatürk tarafından başının okşanmasını anlatan insanları gördü, o günlere canlı şahitlik eden insanları. Onlar için Atatürk bir yerlerde karşılaşma ihtimaliniz olan, hastalığında insanların yakınları yatıyormuşçasına ziyaret ettikleri biriydi. Onlar çocukken yetişkin olanlarsa, işgal yıllarına bizzat şahitlik eden, Kurtuluş Savaşı’nın ne demek olduğunu yaşayarak öğrenen insanlardı. Atatürk’ün memleketi kurtarıp devrimleriyle toplumu nasıl değiştirdiğini gören gözlerin Atatürkçü olmaması için nasıl bir neden olabilirdi ki? Cumhuriyet’in ilk yıllarında verilen baloların ‘elitistlik’ değil de, kadınlarla erkekleri aynı ortamda bulunmaya, birlikte eğlenmeye alıştırmak için bir yol olduğunu bilirdi bu kuşak. Bugün birileri ‘pembe metrobüs’ önerdiğinde ciddiye alıp tartışmak yerine dalga geçiyorsak, bu otobüslerin, tramvayların perdeyle ayrıldığı yılları tarihte bırakan Atatürk’e borçluyuz. Bu kuşaklar, ideallerin gerçekleşebildiğini gözleriyle gördüler, bizlerden farklı olarak.
Bu öylesine kuvvetli bir duygu ve öylesine sağlam bir ortak noktaydı ki, siyaset kurumunun bunu tekeline almaması zaten pek mümkün de değildi. Yine de yaptıklarını Atatürk’e dayandıranların veya Atatürkçü olarak anılan siyasetçilerin hatalarını, Atatürk’e ve kuruluş yıllarına yazmak isteyenler çıktı, sonraki kuşaklardan. Bunlar da zaten son on yıldır dinlediğiniz lakırdılar. Dincilerde olduğu kadar solun değişik kesimlerinde de Atatürk düşmanlığının bir moda olduğu dönem yaşadık. Bunlar Atatürk ve dönemiyle ilgili eleştirilerden çok, -muhtemelen- alttan alta etnik refleksler de taşıyan saldırılardı daha ziyade. Yine de toplumun sağduyusuna karşı gelemedi bunca kopan gürültü, çünkü bu topraklarda yaşayan aklı başında herhangi birinin ikna olacağı şeyler değildi bu laflar.
Yakın zamana kadar milli bayramlarda yapılan törenler, Atatürk’le ilgili okunan şiirler hep rahatsızlık konusu idi; belki çok tekrardan, belki özensizlik ve iş savsaklamaktan öğrencilerin de pek gönlü yok gibi bir durum vardı. Ancak son yıllarda gördüğümüz, devletin teşviki olmamasına rağmen Anıtkabir’in dolup dolup taşması ve özellikle geçen yıl, küçük çocukların bile ağzındaki İzmir Marşı idi. Yukarıdan değil, bizzat halktan gelen bir talep söz konusu. Atatürk’e söylenen her sözle kendi hayatlarından bir şeyler kaybettiğini gören yeni bir kuşak var ve bu kuşak, kaybettiklerini geri almak için kendini yine Atatürk ile ifade ediyor. Güncel siyasette Atatürk isminin bu kadar geçmesi ve yapılan bunca referans, işte bu kitleyi kazanmak için.