On Emir içerisinde diğer emirlerden farklı olarak insanın duygularına hitap eden emir “Başkasının malını arzulama” maddesidir. Kıskanma dürtüsü tıpkı öfke gibi insanın kendi mevcudiyetinde var olduğundan buna çocukluktan itibaren hassasiyet gösterilmesi gerekir.
On Emir içerisinde diğer emirlerden farklı olarak insanın duygularına hitap eden emir “Başkasının malını arzulama” maddesidir. Kıskanma dürtüsü tıpkı öfke gibi insanın kendi mevcudiyetinde var olduğundan buna çocukluktan itibaren hassasiyet gösterilmesi gerekir. Nitekim Tora’ya göre, insanı yaşarken dünyasını mahvedebileceği üç özellik, kıskançlık, aşırı hırs ve bunların peşinden koşmasıdır. Kayin ve Evel hikâyesinde kendi kardeşini öldürmeye giden dürtüde de, Yosef’in Mısırlılara kardeşleri tarafından köle olarak satılmasına neden olan duyguda da ve sonrasında ilk Kral Şaul’un David Ameleh’i öldürmek için peşinden koşmasında da aynı kıskançlığı gözlemleriz. Kıskançlığa neden olan “Ondan neden var ve bende neden yok?” sorusu, insana manevi bir dünyanın, ruhsallığın üzerine önceliklerini kurmamış ise eğer, kendini yaşarken yiyip bitirmesine sebebiyet verir. Kaybeden tarafta olmanın verdiği his, fiziki varlıklara, gelip geçici sıfatlara dair doyumsuz bir kıskanma ve elde etme öfkesi insanı bir süre sonra kendi bedeninde yaşayamayacak bir hale getirir. Hele bazen bu yarış içerisinde öyle amansız bir yolda ilerler ki, karşısındakinin elde ettiklerine ulaşmak isterken bir bakmış ki daha evvel bulunduğu saygın konumu, elindeki hâlihazırdaki mal varlığını da bu öfkesinde kaybetmiştir. Mutluluğumuzu ruhsal bir dünya yerine fiziksellikte aradığımızda farkında olmadan bu kıskançlık yarışına girer, bir süre sonra da isteklerimiz yerine gelmediğinde amansız bir öfkeye kapılırız. Hatta bazen bu öfkemizi karşımızdan çıkarmayı arzu eder, ilk fırsatta da onun gelmiş olduğu konuma, sahip olduklarına saldırmayı, göz dikmeyi ve hatta içimizdekini dışa dökmeyi marifet sayabiliriz.
Günümüzde maalesef ‘kıskançlık’ adı verilen bu duygunun okları kimi zaman toplumumuzun köklü kurumlarına, bu kurumlarda yılların birikimi ile ilerleyebilmeyi başarmış dindaşlarımıza da karşı atılabilmektedir. Hatta bazen birebir amacı Türk Yahudi Toplumunun kendi içinde ve geniş topluma karşı sesi olmayı amaçlayan Şalom Gazetesi’ni bile hedef alabilir. Zamanında farklı nedenlerden belli konumlarda görev almamış veya alamamış, yayın politikasına uygun hareket etmediğinden dolayı yolları ayrılmış veya hepsinden de ayrı içinde özlem duymasına rağmen bu topraklardan gitmiş bir dindaşımız aynı duygunun kendisine verdiği öfke ile fırsatını bulduğunda gazetemize sözle saldırmayı kendine marifet sayabilmektedir. Nitekim bardağın dolu tarafını, her hafta bin bir güçlüklerle, onlarca yazarın emeğiyle çıkan bu mükemmel işi görmek yerine, kendisini hata avcılığına verir, sosyal medyada klavye şövalyeliğine soyunarak gazetenin genel yayın yönetmeni nezdinde sarf ettiği sözlerle öfkesini dindirmeye çalışır. Burada onu asıl sinirlendiren atılan bir ‘tweet’ veya bir kardeşimizin yapmış olduğu hata değil, neden kendisinin orada olamadığının duygusudur. İçinde neden onlar halen var ve ben olamadım dürtüsünü dışarı vururken, aslında kendi toplumuna zarar verdiğinin farkında olmadan gözünü kör etmiş ve huzurlu bir yaşam yerine maneviyatını kaybetmiştir. Yahudi toplumunun İber Yarımadasından göçüne sebep olan olayların tırmanmasında da, farklı dönemlerde yaşadıkları pogromlarda da ve günümüzde İsrail’in orantısız başarısının hazmedilememesinde de aynı ‘kıskançlık’ duygusu devreye girer. Kişinin kendi mutluluğunu ve önceliğini doğru belirlemediği ve gelip geçici fizikselliğe o mutluluğu dayandırdığı sürece kendini kıskançlıktan koruyabilmesi pek mümkün gözükmemektedir.
Bizler eğer o içimizdeki kıskançlık dürtüsünü ‘imrenmeye, feyz almaya’ dönüştürebilip ışığı, bilgiyi yayan dindaşlarımız gibi kendimizi okumaya ve öğrenmeye doğru itebilirsek ancak o zaman fiziksel dünyanın aldatmacasından çıkabilip gerçek huzura kavuşabiliriz. Bir başkasına güzel gözüken, kıskanmasına sebebiyet verecek ne ise bilmemiz gereken de, o mutluluk valizinin de içinde belki de bizim bilmediğimiz ve hatta istemeyeceğimiz bir görünmeyen taraf olabileceğidir. Kıskançlık ne zaman ki bizi maneviyata, öğrenmeye doğru iter, ne zaman ki içimizde maddi varlıkları yüceltmek yerine bilgelerimizin öğretilerini kıskanmaya yönelir ve kendimizi ilerletmek için çaba sarf ederiz, işte o zaman gerçek mutluluğa bir adım daha yaklaşırız. Holokost zamanında kaybettiğimiz bir annenin çocuklarına nasihat ettiği gibi “Küçük şeylerle mutlu olabilmeyi bileceğimiz” bir dünya dileğiyle…
* Bu makaledeki dini bilgilerde Rav Nafi Haleva’ya katkılarından dolayı teşekkür ederim.