Sizce şair burada ne demek istemiştir? “Şair geceleri düşünce dünyasını ele geçiren kötümserlikten dem vurmaktadır” yanıtını maalesef köşenin özü itibariyle kabul edemiyorum. Oturunuz. Sıfır. Öte yandan bilimsel cevaplara ekstra gayret notu vereceğimi söyleyeyim. Şimdi sorunun cevabı çok mu net? “Güneş neden batıyor?” demek mi istemiş? Ona da hayır. Ay’da da Güneş batıyor ama Ay’ın göğü her zaman siyah, öyle değil mi? Bizim atmosferimiz Güneş’ten gelen ışığı saçıyor ve gündüzleri bize özel masmavi bir gökyüzümüz oluyor. O zaman soruyu değiştirelim; uzay neden hep karanlık?
Bu soru bilimsel olarak çözümü yüz yıldan fazla zaman alan bir paradoks. 1820’de Wilhelm Olbers’in öne sürdüğü paradoksun adı -aman ne büyük sürpriz- Olbers Paradoksu. Paradoks şu: Ebediyen var olmuş, sonsuz büyüklükteki uzayın herhangi bir yönüne Dünya’dan baksak mutlaka bir yıldızın ışığına denk gelmek zorundayız. Gökyüzünü kaplayan perdemizin her noktasında parlayan bir yıldız olmalı. Yakında ya da uzakta… O ışık bize gelmeli ve geceleri de en az gündüz kadar aydınlık olmalı. Neden karanlık?
İlginçtir ki tarih perdesine 1848’de çıkarak paradoksu tamamen içgüdülerine dayanarak çözen, zamanının çok ötesindeki bir şairdir çünkü ekmek parasıdır, romantik şair için karanlık gece olmazsa olmazdır. Belki şu dizelerden hangi şair olduğunu çıkarırsınız:
“Ay gelip ışır hayalin eşirir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni”
Edgar Allan Poe, sevgili okuyucularım, Amerikan edebiyatında romantizm denince akla gelen ilk isim.
“Teleskoplarımızın gökyüzünde denk geldiği çok sayıdaki boşluklar ancak şu şekilde açıklanabilir, hiçbir şey göremediğimiz arka plan, o kadar devasa boyutta uzaktadır ki, oradaki yıldızların ışınları henüz bize ulaşamamıştır.” Bu cümlesini öyle düz yazı şeklinde de yazmaz Poe, şiirsel bir dille yazar. 1848’de yazdığı bu metnin adını ‘Eureka’ koyar. Çünkü gerçekten bir ‘Eureka’ anı yaşadığına inanmaktadır; etrafındakiler ise onun delirdiğine. Aynı bugün Jüpiter’e doğru yol almakta olan arabanın isim babası Tesla’nın, “Bugün onlarındır, sırf onun için çalıştığım gelecek ise benimdir” sözlerine benzer şekilde ünlü şairimiz de kendi çağının onu anlamayacağını ancak 2000 yıl sonra takdir edileceğine inandığını söylemişti. Onu yüz yıl geçmeden kim takdir etti biliyor musunuz? Einstein. Onun için “Alışılmadık şekilde bağımsız düşünebilen bir zihnin güzel eseri” demişti.
Ünlü şaire, uzay ve sürenin iki sevgili gibi birbirinden ayrılmayacağı (Özel Görelilik - Einstein 1905), uzayın sonsuz olmayan belirli bir yaşı olduğu ve başlarda yıldızların olmadığı, tek bir nokta olduğu (Büyük Patlama-La Maitre 1927) ve uzayın sabit olmayıp sürekli genişlediği (Genişleyen Evren – Edwin Hubble 1929) resmen malum olmuştu. Büyük Patlama teorisini iyice yerleştiren bulgu ise 1965’te keşfedilen ‘Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması’ olmuştu. Bu son bulgunun kelimeleri romantik olmasını istediğim bilim yazımı yerle bir ediyor etmesine ama bahsetmeden geçemezdim.
Gecenin karanlık olmasının iki sebebi var.
Olbers’in zamanında evrenin sonsuz ve durağan olduğuna inanılıyordu ancak bugün evrenin bir başlangıcı olduğunu biliyoruz. 13,8 milyar yıl önce olan Big Bang. O günden beri geçen zamanda tüm fotonların bize ulaşması için yeterli zaman olmadı. Bize ulaşanlar bizim gözlemleyebildiğimiz evrenimizi oluşturuyor. Eğer evrenin yaşı sonsuz olsaydı durum böyle olmaz, tüm fotonlar gözümüze ulaşmış olur, uzay da apaydınlık olurdu. Bu bir.
Evrenin genişlediği Hubble tarafından ispat edildi. Evrende hiçbir şey ışıktan hızlı hareket edemez ama bu kanun evrenin kendisi için geçerli değildir. Evrenin örtüsü ışıktan hızlı bir şekilde genişlemektedir, üstelik bu genişleme hızlanmaktadır (1998-Weiss, Perlmutter, Schmidt). Uzak galaksilerden gelen ışımalar, daha da uzaklaştıkları için kızılın ötesine kayacaklarından onları hiçbir zaman göremeyeceğiz. Bu da iki.
Big Bang Teorisinin getirdiği bir gerçeklik var; evren ilk oluştuğunda o kadar ufak, sıcak ve yoğundu ki tüm kozmos fotonla kaplıydı. O zaman gökyüzünde nereye bakarsak bakalım Big Bang’den kalma bu ışımayı görmemiz gerek. İşte yazımı mahveden Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işıması. Evet, bu ışık perdesi orada ama bizim gözlerimiz görmüyor. 13,8 milyar yıl önce olan bu patlamanın ışınları başka bir deyişle bizden 13,8 milyar ışık yılı uzaktaki bu patlamanın ışınları bizim gözümüze gelene kadar -aynı bir ambülansın sesinin uzaktan gelirken yayvan bir sese dönüşmesi gibi- enerjisini kaybetti ve ışınların dalga boyu gözle görünen ışık dalgasından 1100 kez daha uzayarak mikrodalga boyuna dönüştü. Gözlerimiz bu mikrodalga boyunu algılayabilseydi gerçekten de gökyüzü aydınlık olurdu.
Ne mutlu ki bu karanlık gökyüzüne bakıp, merak eden amatör ruhlar var. Geçenlerde yazlığında rasathane kuracağını açıklayan isim Orhan Gencebay’dan başkası değildi. Edwin Hubble da zaten avukattı. Lamaitre ise bir papaz. Ve Edgar Allen Poe, büyük şair.
Ne demiş Nazım Hikmet: "Matematik, sibernetik, fizik, müzik... Tüm bunlar, eninde sonunda, sadece, insanlar şiir okumayı öğrensinler ve anlasınlar diye gereklidir." Buna astrofiziği de ekleyelim mi?
Sevgililer Gününüz kutlu, geceleriniz karanlık, bol yıldızlı olsun.