- Şabat’a bakar mısınız?
- Hayır.
- Aile büyükleri kaşeruta bakar mıydı?
- Kaşer kasaptan değil normal kasaptan alışveriş yaparız biz ailecek
- Bayramlara bakılır mı?
- Senede baktığımız üç ya da dört bayram var. Ama ben hiçbirine bakmam mesela.
- Nasıldı bar-mitzva’n?
- Duaymış, sinagogmuş beni açmıyordu bunlar, ben işin parti kısmıyla ilgileniyordum.
- Ladino ile ilgili ne hissediyorsun?
- Hiçbir zaman bir şey hissetmedim Ladino’ya karşı.
Yukarıda okuduğunuz cevaplar ve daha fazlası 1993 doğumlu bir gencimize ait. Ne yazık ki kendisine Yahudi kimliği ile ilgili ifade fırsatı verildiğinde neredeyse gururla hasbelkader Musevi olduğunu anlatıyor. Hele İsrail’le ve Türk Yahudi toplumu ile ilgili sarf ettiği sözler tam evlere şenlik. Cevapları dinleyince kendi kendime sorma ihtiyacı duyuyorum. Biz ne ara böyle olduk? Kendi kimliğine ait olamama, dinin gereklerini uygulayamamayı matah bir durummuş gibi gururla açıklar olduk? Sadece teknolojinin, sosyal medyanın bu kadar hayatımızın içine geçmiş olması mıdır bizleri dışarı iten? Peki ya aileler? Çocuklarımızı kendi kültüründen biriyle evlenmesini arzu etmek yeterli midir sizce?
Bizim çocukluğumuzda şu anki eğitim araçlarının, teknolojik imkânların olmamasına rağmen sinagoglara, gençlik kulüplerine gitmekten keyif alan bir nesil olarak kendi Yahudi kimliğimizle gurur duyabilecek şekilde yetiştik. Hepimiz Yahudiliğe aynı yerde bağlanmasak bile kimimiz için Şabat akşamı, kimimiz için de ailece geçirilen bayramlar bu aidiyetimizin önemli bir parçası oldu. Ancak zamanla ne yazık ki dinin kurallarını uygulamaya çalışmak, Şabat günü sinagoga gitmek bazılarımız tarafından kendi içimizdeki yozlaşma nedeniyle neredeyse tuhaf karşılanmaya başladı. Sinagoglara, toplum faaliyetlerine gitmeme, kimliğimizden uzaklaşma geniş toplumla bütünleşebilme için bir araç gibi görülürken, kendimizden feragat ettiğimizin farkına varamadık. Hatta bugün azalan nüfusumuzla eskisi gibi bolca kamusal alanlarda, aynı mahallelerde olmadığımız için kendi toplum mekânlarımıza ne kadar sık gelirsek o kadar bütünleşebileceğimizi bile unuttuk. Hali ile kimimiz için ne yazık ki ‘Yahudi’ olmak bir isim farklılığından biraz öte yılın birkaç günü hatırlanan folklorik bir öğe olmaya başladı. Bunun üzerine, toplum içinde aktif olmaya çalışan bazılarımız da çeşitli kurum ve komisyonlarda bitmek bilmeyen iktidar kavgaları, ego savaşlarından ve değer bilmezlikten sıkılarak kendi bilgi ve becerilerini daha çok dış dünya ile paylaşmak istedi. Geriye ise bugün artık yukarıdaki örnekte görülebileceği gibi toplumun bir kesimi için artık kaybedilmiş ve neden kaybedildiği çok ciddi şekilde incelenip, ders çıkarılması gereken, kendi ile çelişen bir Yahudi kimliği kaldı.
Yahudi toplumunu şüphesiz yüzyıllardır ayakta tutan kendi hikâyelerini nesilden nesle aktararak, benliklerini canlı tutmalarıdır. Çocuklarımıza Yahudi kimliklerinden gurur duyacakları bir eğitimi veremediğimiz sürece bu tarz örneklerin artmasına, yaşadığımız iklimdeki dezenformasyon içinde kendi toplumlarına ön yargılı yaklaşmalarına engel olamayız. Burada birinci görev, çağın şartlarında dinin farklı açılarını, Yahudiliği bir yaşam biçimi olarak gösterecek toplumun kurumlarından evvel onu Sinagoga, okula getirmesi gereken ailelerde başlamaktadır. Ortak hikâyemizin nesilden nesle aktarıldığı ve her kardeşimizin kimliği ile gurur duyduğu bir gelecek temennisiyle…