Son 12 haftasına girdiğimiz Süper Lig’de yarış son hızıyla sürüyor. Ülkedeki dış faktörlerden mi, taraftarların kendi kulüpleriyle ilgili hoşnutsuzluğundan mı, yoksa tamamen bağımsız kişisel problemlerden dolayı mı bilmiyorum ama ligdeki rekabet insanlarda heyecandan çok gerginliğe yol açıyor. Pozitif bir çekişme yerine tarafların birbirlerini ve hakemleri suçlayarak geçirdiği bir ‘atışma’ ortamı var. Sanki kulüpler sahada yapamadıklarını, verdikleri demeçlerle, kamuoyu baskısıyla tamamlamaya çalışıyor. Bu yeni bir durum mu? Tabii ki hayır. Biz yine de 2018 Türkiye’sinin de böyle geçtiğini kayıtlara geçirelim.
Ligde ilk dört sıra arasında çok yakın nefes bir yarış izliyoruz. Bir hafta bir takım lider ve şampiyonluk şarkılarıyla haftayı kapıyor. Ertesi hafta, bir puan kaybı, bir fikstür yorumu, neredeyse takım saf dışı kalıyor. Dört takımın da artıları ve eksileri birbirlerine çok yakın bir dörtlü ortaya çıkarmış durumda.
Başakşehir’in taraftarının olmaması eksi sayılabilecekken, kulübün kuruluş hikâyesi ve yönetimi, takımı polemiklerden uzak bir noktada tutuyor. Kimse kolay kolay Başakşehir’le ağız dalaşına girmiyor. İyi bir oyuncu grubu ve takımdaşlık ruhu da eklenince, ligde buraya kadar geldiler. Şahsen şampiyon olabileceklerini tahmin etmiyorum ama kimin şampiyon olacağına etkileri doğrudan olacaktır.
Galatasaray ise Fatih Terim’le aradığı karizma eksikliğini bir yere kadar bulsa da, Terim’in takım ve kamuoyu üzerindeki eski ağırlığının ve şampiyonluk hırsının henüz görünmediğini belirtmek gerek. Igor Tudor’dan çok daha iyi yaptığı ne var diye baktığımda taraftarda yarattığı güven dışında pek bir şey göremiyorum. Sanki Terim bu seneden pek umutlu değil. Gelecek sezonu amaçlayarak bu seneden gelmiş bir havada.
Fenerbahçe ise bu sene ne yapsa kâr… Takım son yılların en kötü oyuncu grubuna sahip. Taraftarın sevmediği, iki sene öncesinden gözden çıkardığı isimler ilk 11’de başlıyor. Teknik direktör taraftarın sevmediği bir futbol oynatacağını bile bile getiren bir yönetim var. Yıllardır şampiyonluk gelmediği için bezmiş, yönetim ve oyuncu grubundan duygusal olarak kopmuş taraftar zaten ortada. On sene önce Fenerbahçe tribününde olmak bir eğlenceyken, şimdi sezon başında ödenilen para ziyan olmasın diye gelen kombine sahiplerinin gittiği bir yer olmuş. Başkan desen, Türkiye’deki ‘koltuk hastalığı’ diyebileceğimiz, özgüven eksikliğiyle bağlantılı olduğunu düşündüğüm bir problemle bas etmeye çalışıyor. Mesaisinin yüzde kaçını buna harcadığını çok merak ediyorum. Üstelik taraftar başkanını çoktan seçmişken. CHP kurultaylarını andıran bir kongre bizi bekliyor. Bütün bunlara rağmen düşe kalka yârisin içinde kalmayı başarıyor ve mutsuz kitlelere (belki de) geçici hevesler veriyor.
Son olarak Beşiktaş ise gecen senelerdeki kolej havasından uzak, daha kaliteli ama daha doymuş bir oyuncu grubuyla yarıştan kopmamaya çalışıyor. Bu sene şampiyonluğun diğerleri kadar umurlarında olduğunu düşünmüyorum. Geçen senelerdeki başarılarla bu sene taraftarın sırtını sıvazlayacaklar gibi gözüküyor. Taraftar da daha çok (doğal olarak) Şampiyonlar Ligine odaklanmış durumda. Tarihinin en prestij kazandıracak maçlarından birine çıkıyor Beşiktaş kulübü. Eğer bir mucize olur da, Bayern’i eleyebilirse, tüm dünyada yankı uyandırıp bilinirlik kazanacaktır.
Keyifsiz ama çekişmeli bir lig izliyoruz. Keşke güzel İzmir’in Göztepe’si de bu yarışa katılabilseydi. Ama ilk sene için bu da iyidir. Belki gelecek senelerde…