Yaşamın her an şekil değiştirmesi gibi... Bazan hissederek, bazan farkına varmaksızın. Her an yeni bir düşüncenin şekillenmesi; bir öncekinden dönüşmesi, yeniden yeni bir varoluşa geçmesi gibi... Hiç bir şeyin yoktan var olmadığı gibi ve hiç bir şeyin de yok olmadığı gibi... Sonsuz bir dönüşüm... Tüm düşüncelerin tüm renkleri içinden ışıkla bize geri yansıtan beyazla yeniden şekillenmesi... Belki kuma vuran dalganın kumu hareketlendirerek şekillenmesi gibi... Ve bir an sonra onun da yeniden bozulup yeni formuna bazan yeni rengine dönüşmesi... Müziğin eşliğinde sınırların aşılması sonra da, hemen, bir anda, yeniden bir daha dönüşene kadar yeni bir sınıra hapsolma hali. Sürekli dönüşen sınırsızlığın ve sonsuzluğun müziği... Evrenin müziği... Gezegenlerin sonsuzda hareketi...
Beynimizde oluşan tüm o elektriksel ateşlemeler... Ön korteks, ön ya da yan loblar, hareketlilik... Hepsinin enerji hesaplamalarının harekete dönüşmesi... Yaşam dediğimiz de bu değil mi zaten? Beynin sonsuz ve sınırsız olanakları... Ve beynin bu olanaklarla ne yapmayı seçtiği? Ne yaptığı? “Anı” dediğimiz ve içinde bulundurduğu bilgi, duygu, algı, yargıların bir şekilde birleşiminden oluşan yaşanmışlıkların yeni yaşanmışlıklara dönüşmesi...
Yuval Noah Harari, geçtiğimiz ay Dünya Ekonomik Forumu toplantıları sırasında Davos’ta yaptığı konuşmasında; teknoloji çağının yarattığı büyük data’yı kontrol edenlerin gelecekte yaşama, sadece insanlığa değil, daha da ötesi olarak yaşamın bütününe egemen olacağını söylüyordu. Zira “Her şey, muzdan, insana her organizma bir algoritma” diyordu. Ve bugün bilimin, özellikle de akıllı makineler ve biyoloji alanındaki gelişmelerin her birimizin, ama giderek tüm yaşamın algoritmasına sahip olma durumunda olduğunun altını çiziyordu.
Dünyanın bir tarafında insanlar yokluk, açlık, savaşla helak olur, daha iyi bir yaşam umuduna doğru göç yollarında bilinmezliklerle yüzleşirken, diğer bir yanında başka, belki de farkında olmadığımız bir egemenlik savaşı sürmekte. Eski dünya düzeninde ülke sınırları egemenlik gücünün yetki alanlarını belirlerken, yeni dünya düzeninde bu sınırlar muğlaklaşıyor, giderek anlamını yitiriyor ve yok olmaya yüz tutuyor. Egemenlik savaşı işte bu yeni dünya düzeni ile ilgili. Sıradan insanlar kültürsüzleştirilip kimliksizleştiriliyor. Her birimizin hâlihazırda her an devleştirmekte olduğumuz bu büyük veriye sahip olan, onu kendi doğru ve etik anlayışına göre şekillendiren ya da şekillendirenlerin egemenliğine doğru uçar adım gidiyoruz. Bu dünyada sınırların eriyip yok olması gibi insanlar da algoritmaları oluşturan birer çipe dönüşecek. Bilgisayarımızı her açtığımızda, ‘akıllı’ telefonunuzu her elimize aldığınızda – hatta kapalı iken, hatta pili üzerinde değilken bile - hastaneye gidip her muayene olduğumuzda, her hangi bir tıbbi makineye her bağlandığımızda... Bu veriyi yaratıyor ve büyük veri havuzuna bırakıyoruz. Daha bu hafta, Japon bilim adamlarının hastaların doktorlar tarafından uzaktan takibi için doğrudan derimize yapışabilecek esnek bir elektronik deri ürettiklerini duyurdu. Farkında bile olmuyoruz ama, sosyal medya üzerinden bütün dünya ile iletişimde olduğumuzu zannettiğimizde bile, arka planda işlemekte olan algoritmalar nedeniyle sadece bizim gibilerle iletişim halindeyiz, sadece keyif aldıklarımızın benzeri ürünler, etkinlikler, insanlarla karşılaşıyoruz. Tercihlerimizi algoritmaların bize en uygun olduğunu belirlediği alternatifler arasından yapıyoruz. Anılarımızı bunlar üzerinden yaratıyoruz ya da korkularımızı bu algoritmalar yönlendiriyor. Özgür seçim hakkı, seçilmişin seçilmişi üzerinden bize sunuluyor. Egemen gücün elinde birer piyon birer çipe dönüşümüz bu şekilde gerçekleşiyor.
Google, Microsoft, Intel, IBM gibi teknoloji devleri tarafından takip edilen, dünya çapında birçok önemli merkezde eserleri sergilenen, projeler geliştiren ve birçok ödüle layık görülen Refik Anadol’un Dolapdere’deki Pilevneli Galeri’de devam etmekte olan ‘Eriyen Hatıralar’ sergisini gezerken nasıl bir geleceğe doğru evrilmekte olduğumuzu düşünüp durdum. Bu geleceği kimler, nasıl şekillendiriyordu. Hangi anılarım, hangi yaşantılarım gerçek ve özgür düşüncemin ürünleri; hangileri manipüle edilmiş, benliğimi neredeyse yok saymaya taşıyacak bir geleceğin göstergeleri idi?
İşlerinin temelinde her türlü veriyi görsel materyale dönüştürmek yatan Refik Anadol, serginin tanıtım broşüründe de belirtildiği üzere, “Bireyin en mahrem verisi olan anıları ve onları hatırlama sürecini, beynin maddeselliğini de gözler önüne seren bir süzgeçten geçiriyor. İleri teknolojiyi ustalıkla manipüle ederek sanatın ve bilimin kesiştiği noktada durmanın sanatçıya tanıdığı olanaklara dikkat çekiyor ve makina zekâsının ferdiyet ve mahremiyetle savaş halinde olmadığı bir sanat alanının ihtimalini sorguluyor.” Bu sorgulamanın, sınırsızlığın içinde yeni bir dünyayı şekillendirmekte olan güçleri, makina zekâsının ferdiyet ve mahremiyetle savaş halinde olmadığı bir dünya yaratma imkânını hayal etmeye sürüklemesini ummak çok mu naif bir dilek olurdu?
Meraklısına not:
*Refik Anadol’un ‘Eriyen Hatıralar’ sergisi Pilevneli Galeri’de 10 Mart’a kadar görülebilir. Acele edin.
*Elektrokik deri haberi ve videosuna ulaşabileceğiniz link: http://bigthink.com/robby-berman/new-e-skin-displays-your-health-on-your-hand