Yankı Yazgan’la şahane bir seminer

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
28 Şubat 2018 Çarşamba

Bizim okul, yıllardır anne-baba okulu yapar. Önce, bebek bekleyen anne ve baba adaylarına, ardından da ergenlik sorunları yaşayan ya da yaşamak üzere olanlara… Ben de Nermin doğmadan bu okulların ilkine gittim. Bebek banyosundan, emzirme ayrıntılarına; alt değiştirmeden ek gıdalara kadar her türlü bilgi vardı eğitimde. Bebek doğduktan sonra, beş hafta üst üste farklı konularda bir dizi seminere katıldık. Bitince de kep attık Cezmi’yleϑ Çok keyifliymiş meğer. Çok ciddi, emek ve özen varmış bu organizasyonlarda. Okulumun her konuda nasıl hassas olduğunu bizzat biliyorum ama bu konu farklı bir dikkat de gerektiriyor. Son çalışmalarsa ergenler için yapıldı. Geçen haftaki konuktan söz edeceğim size: Yankı Yazgan’dan.

Bir öğretmen olarak başka ailelerde büyümüş ve ergenliğini sizin gözünüzün önünde yaşayan, birazdan neredeyse geride bırakacak gençleri anlamak, onlara yeri geldiğinde yardımcı olmak için Yankı Yazgan’ı dinlemek başka; henüz yedi aylık olsa da bir gün anne-baba olarak bir çocuk yetiştirecek kişiler olarak ona kulak vermek başkaymış. İkisi de çok değerli ama farklı… Bütün anne-babaların derdi aynı: Mutlu, başarılı, mükemmel çocuklar yetiştirmek. Çünkü bunu yapabilmek, en önce onların başarısı; yani insan, öyle görüyormuş bu işi… Nermin’in yemeğini zamanında yedirsem benden mutlusu yok, hele ki ona bir şeyler öğretebilmek, yardımcı olabilmek… Anneleri her zaman anlıyordum ama şimdi sanki çok daha iyi anlıyorum.

Yankı Yazgan, başka türlü anlıyor, başka türlü anlatıyor. Bir kere iki çocuk babası… Yani anlattıklarını birebir yaşıyor. İkincisi, çok okuyor; karşılaştırmalar, alıntılar, aktarmalar yaparak, okuduklarını paylaşıyor. “Korkmayın ve yaşayanlara, yaşanmışlıklara güvenin. İnsan, her dönemde hep aynıydı. Herkes yeni kuşaktan şikâyetçiydi. Bugün de öyle, bundan sonra da öyle olacak, büyüklere azıcık kulak verin, göreceksiniz doğru söylüyorlar, gençleri bırakın hayal kursunlar, ümit etsinler.”

“Bir baba geldi, oğlu okulda dayak yemiş, gözü morarmış, ‘çakamadın mı sen de bir tane?’ demiş oğluna. Çakmamış çünkü çocuk, şiddet sevmiyor. Onun derdi karşısındakine vurmak değil. Sorun vuranda zaten. Vuran değil, vurmayan olmalı çocuk. Vur değil, vurma demeliyiz ona. Hayatta karşısındakine vuran çok. Marifet, vurmamayı seçmek.”

“Çocuğum kendine güvensin istiyorum, diyor bir başkası. Hâlbuki önemli olan kendine güvenmek değil ki… Kendine nasılsa güvenecek hayatta. Böbürlenen, gereksiz kabaran insandan geçilmiyor ortalık. Marifet,  karşısındakine güvenmesinde. Bir başkasına güvenecek mi, bu çok zor, bunu becerecek mi, asıl ona bakmak lazım.”

Sonra bir annenin sorusu üzerine, biz öğretmenlere şahane bir mesaj verdi. “Kızım ders yapıyor, sonra bir bakıyorum, sosyal medyaya girmiş, vakit geçiriyor. Kızıyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Önce ders, sonra eğlence. Bunu öğrenmesi lazım” dedi. İçimden, eh haklı vallahi, dedim önce. Yankı Yazgan şöyle sordu: “Siz ders çalışırken kitabınızın arasına çizgi roman koymadınız mı hiç?” Bunu duyunca kendi kendime gülümsedim, sadece çizgi olsa iyi; koca koca romanları annem fark etmesin diye bölüp koyardım kitabın arasına utanmadan.

Anne ekledi: “İki sayfa matematik ödevinden sonra yoruluyorum. Dört sayfayı yapamıyorum, yapmak istesem de yanlış yapıyorum. Ben de bırakıyorum” diyor benimki. Yazgan ne dedi, biliyor musunuz? “Haksız mı? Ödev iki sayfa olsa sorun kalmayacak zaten. Öğretmen, dört sayfayı ödev verecek ama iki sayfayı yapan bu işten tam puan alacak, fazladan yapana isterse yıldızlı beş versin sonradan. Yaşa göre ödev vermeyi becerdiğimiz gün sistem de kendiliğinden düzelecek.”

Vallahi bazen koca çocuklara bilmeden böyle yaptığımı fark ettim ben de. İçim pır pır etti, sevindim. Son sınıfa gelmiş ama bir türlü test çözmeyen öğrenciler oluyor bazen. Diyorum ki onlara, sen bir tane çöz ödevlerden. “Hocam, bir testte yirmi soru var, millet günde yüzlerce soru çözüyor, bu kadarı ne işe yarayacak?” diyor öğrenci. “İyi ya, sen onu da çözmüyorsun. Yirmi soru en fazla yarım saatini alır zorla yaptığın için. Baktın oluyor, bir tane daha çözersin, böyle böyle artar çözdüğün soru sayısı. Mesele yüzlerce soru çözmek değil, on soruyu anlayarak çöz. Yanlışını getir, beraber bakalım, yeter.” Artık, tesadüf mü bu, hiss-i kable’l vuku mu, bilmem. Ama sahiden oluyor. Şimdiki on birler yazıyı okurlarsa seneye bana hatırlatırlar.

23 senede, farklı zamanlarda, genellikle ergenler konusunda pek çok kez dinledim Yankı Yazgan’ı. Kırmayıp her zaman bize evet demiştir. Aldığım çok keyifli ve başarılı seminerler var elbette, ama bu adam başka… Bu adam seminer verir gibi değil, evinizin oturma odasında, sizinle kahve içer gibi anlatıyor. Bu işi bilen ve öğreten biri olarak rahatlıkla yazabilirim, nefis bir Türkçesi var. Hiç anlatım bozukluğu yapmıyor. Ancak ihtiyaç dahilinde İngilizce terimler kullanıyor söyleşisinde. Güler yüzlü, sempatik ama asla gereksiz samimiyete girmiyor dinleyiciyle. Onları zamanında ve yerinde konuya dahil ediyor, ertelemiyor, ihtiyaca göre ilerliyor. Şahane bir seminerdi. Kendisine ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.