“Kadın evinde, üretimden çekilip bütün istikbalini bir adamın vicdanına, aşkına, samimiyetine, bir gün aklının karışmasına, yanılgılarına bırakmamalı”
Hülya Avşar’ın hâlâ program yaptığını bilmiyordum. Ancak artık yaşını aldığına göre olgunluk döneminde tecrübeye dayalı laflar ediyordur zannı ile Mehmet Aslantuğ ile yaptığı söyleşiye göz attım.
“Ben şeyciyim. Erkek çalışsın, kadın evde çocuklarını kendi büyütsün, yemeğini yapsın, kocasını karşılasın” dedi. Erkek egemenliğini istediğini de ekledi, ama erkek baskıcı olmayacakmış. Bu durumda sohbetteki asıl erkek, Avşar’a kadınların bir erkeğe bağımlı olmadan da var olabileceğini anlattı. Erkek egemenliğinin çok da matah bir şey olmadığını, bu tür beyanların tam da vizyonsuz erkeklere ait olduğunu anlatmaya cebelleşti.
Aslantuğ, “Kadın evinde, üretimden çekilip bütün istikbalini bir adamın vicdanına, aşkına, samimiyetine, bir gün aklının karışmasına, yanılgılarına bırakmamalı” dedi… Avşar’ın düşüncesizce ettiği laflardan bir tanesi de kızına verdiği öğütlerdi. Kocan ne kadar zengin olursa olsun senin işin olsun, süs bâb’ında… Farkındaysanız kocanın fakir olma ihtimali yok, zaten kızın evlenmeme ihtimali de dikkate alınmamış. Sonuçta, Aslantuğ’nun anlattığı üretime katılan, eşit haklara sahip gerçek insan özgürlüğü, diğerinin istediği iş sahibi de olmasına ‘izin verecek’ kadar liberal, ama korumacı ve egemen erkeğin yanında evi idare edebilme özgürlüğü. Bir tarafta hassasiyet ve naiflik; öbür tarafta eril toplumda gündem olma arzusu…
Kadınlar günü yaklaşırken bu konuyu yazma nedenim, kadınların aslında içten içe Hülya Avşar mantığında olduğuna dair gözlemim. ‘Kadınlar ne ister’ yazıp internette bir dolaşınca, dürüstlük, saygı, romantizm gibi gayet klişe isteklerin yanı sıra, erkeklerden ‘erkek’ olmaları bekleniyor… Yani sümsük olmayacak, önceden hazırlıklı ve özenli olacak, gerektiğinde inisiyatifi ele alacak. Kadını kolunun altında sımsıkı tutarak güvende hissettirecek.
Aksi olduğu zaman kadınlar geri adım atıyor. Çok ilginç bir kısa roman okudum. Adı: Kürklü Venüs. Mazoşizmin isim babası olarak anılan Leopold von Sacher Masoch tarafından yazılmış. Tahmin edeceğiniz gibi aslında donanımlı ve eğitimli olan zengin bir erkeğin kendi iradesi ile bir kadının köleliğine geçmesi ve kadının gözünde gittikçe sevimsizleşmesi konu ediliyor. Gittikçe despotlaşan Wanda, kölesine şöyle diyor: “Ama, seni artık sevmediğimi ve senin bana olan aşkının, bir köpek kadar değeri olmadığını unutma, köpeklere tekme atılır.”
Bu örneği bilerek verdim, ben de uçlarda gezeyim bari Avşar gibi… Wanda’nın kölesine yıllar sonra yazdığı mektupta tam da kadın bakış açısı veriliyor. ‘Teslimiyetinizden itibaren artık erkeğim olamayacağınızı hissetmiştim.’ Peki, bu kısa romandaki kıssadan hisse ne? Erkekler bu dengeyi korumaları gerektiğini ve egemenlik sağlayarak kadının ilgisini ve acizliğini sürekli kılacaklarını zaman içinde deneyleyerek öğreniyorlar. Ve kendileri hep bir nebze üstün kalmaya gayret ediyorlar. Zira bildikleri gerçek bu: Asil, eğitimli veya zengin olsun, her kadın egemen erkek karşısında haddini biliyor ve siniyor. “Kendisini kırbaçlatan, kırbaçlanmayı hak eder.” Kitabın kahramanı Severin, bir kadının erkeğin kölesi ya da erkeğin despotu olabileceğini ama hiçbir zaman yol arkadaşı olamayacağını deneyliyor, bence her erkek bunu daha değişik yollardan deneyleyerek hayatına uyarlıyor.
Hâlbuki yol arkadaşlığı mümkün… Eğitimde ve üretkenlikte eşitlik olduğunda yol arkadaşlığı olabilir. Birinin kendini diğerine göre konumlandırması içgüdüsel ve tarihsel bir yanılgı…
Emekçi Kadınlar Günümüz kutlu olsun…