Sevgili eşim okuduğu kitaptan başını kaldırdı ve heyecanla “Dinle!” dedi.
Edith Hahn Beer’in hatıratını okuyordu1.
Sene 1943. Edith, uçak fabrikasında ustabaşı olan Alman eşiyle Brandenburg’da oturuyordu. O akşam, Edith radyo dinliyordu. Almanlar, kendi haberleri ve propagandaları her eve girebilsin diye ucuz radyo üretmişlerdi ama BBC veya diğer yabancı yayını dinlemenin cezası çalışma kampına sürülmekti. Edith’in eşi, radyonun ibresi yanlışlıkla yasak frekanslara kaymaması için kadrana bir küçük kahverengi kâğıt yerleştirmişti.
Kâğıt, birdenbire dile gelip, Edith’e seslenir:
“Buradan gitmemi istemez misin? Diğer yayınları dinlemeyi ister misin?”
“Hayır, yasak!”
“Sen, kendin, beni buradan çıkartabilirsin ve gerçeklerden haber alırsın.” Uzun bir tartışmadan sonra Edith teslim olur ve kâğıdı çıkarır.
Akşam karı koca battaniyenin altından gizli gizli BBC’nin ve daha tarafsız buldukları İsviçre haberlerini dinlerler.
***
Geçtiğimiz ay II. Dünya Savaşı ile ilgili haber, yorum ve filmler hem televizyonları hem de basın organlarını epey doldurmuştu. Örneğin, Başbakan Churchill’in harbin başlangıcında yaşadığı zor günleri anlatan ‘The Darkest Hour’ filmi veya Stalingrad savaşının sona ermesinin 75. yılı dolayısıyla yapılan anma törenleri gibi…
Stalingrad, II. Dünya Savaşının kaderini değiştiren bir savaş olarak bilinir. Gerek Rus orduları gerekse Alman orduları kelimenin tam anlamıyla insanüstü bir fedakârlıkla sonuna kadar savaşmışlar ve her iki tarafta muazzam kayıplar vermişlerdi.
Ancak savaş tanrısı ağırlığını Rusların tarafına koymuştu. Altı ay süren korkunç çatışmalar sonucu Stalingrad tam anlamıyla bir harabeye dönüşmüştü. Alman 6. ordusunun 300 bin kişilik mevcudundan sadece 7000 kadarı Almanya’ya geri dönebilmiştir. Rus tarafı ise en az 200 bin kayıp vermişti.
Bu savaş aynı zamanda müthiş Alman propaganda makinasının da sonunu getirecekti.
Bu feci hezimet Alman milletine nasıl duyurulacaktı? Son ana kadar Almanlar zaferden o kadar eminlerdi ki, savaş bitiminde sokaklarda asılacak afişlere kadar her şey hazırdı.
Önce şunu belirtelim. 1933 yılından itibaren seçimi kazanıp iktidarı ele geçen yöneticiler, derhal tüm iletişim vasıtalarını denetim altına almaya başlamışlardı. O kadar ki çok kısa bir süre sonra, tüm gazete ve radyolar hükumetin sesi haline gelmişlerdi. Tiyatrolarda sadece Aryan ırkının üstünlüğünü öne çıkaran oyunlar oynanabilir, konserlerde kahramanlık ve benzeri temalara yer verilebilirdi. Kitaplar da aynı düşüncenin sonucu olarak meydanlarda yakılmaya başlandı.
Yukarıdaki hatıratta belirtildiği gibi herhangi bir şekilde yabancı radyo istasyonlarının dinlenmesi yasaktı. Eğer bir ihbar veya tesadüf sonucu kişinin yabancı bir radyoyu dinlediği tespit edilirse cezası korkunçtu.
Ama Stalingrad yenilgisinin halka duyurulmaması mümkün değildi. Kuşatmaya katılarak Almanya’ya destek veren, İtalyan Romen ve Macar tümenlerinden kaçanlar yenilgi işaretlerini göndermeye başlamışlardı.
Burada sözü Edith Hahn Beer’e bırakıyorum: “Bu feci haber, bir tiyatro oyunu gibi görkemli bir şekilde verilmeye başlandı: Beethoven’in Beşinci Senfonisinin, ikinci bölümünün davullarla bezenmiş müziği eşliğinde, spiker şöyle diyordu: Stalingrad savaşı bitmiştir. Ölünceye kadar savaşmaya yemin etmiş, Altıncı Ordumuz, General Paulus’un herkese örnek olacak yönetimi altında, düşmanın asker sayısı ve savaş araçları bakımından üstünlüğüne kahramanca direnmesine rağmen çok namüsait iklim şartlarına dayanamayarak yenilmiştir.”
Ardından da 4 günlük yas ilan edilmişti. Fakat propaganda bitmedi. 19 Şubat’ta yine bir spor salonunda toplanan kalabalığa seslenen Alman Propaganda Bakanı halktan yeni fedakârlıklara hazır olmalarını talep ederek, kesin zafere inanmalarını ve ‘Führer’lerine sıkı sıkıya sarılmalarını heyecanlı bir sesle isteyince halk, “Führer! Sen emret, biz seni takip edeceğiz!” sloganlarıyla yeri göğü inletmeye başlamıştı.
“Bu şekilde halk, cephedeki korkunç kayıpları öğrenemediği gibi, aynı tarihlerde ünlü Mareşal Rommel’in Mısır cephesinde El Alamein’deki savaşı kaybettiğine veya müttefiklerin Kuzey Afrika’ya çıkarmaya başladıklarına dair haberleri önemsemez hale getirilmişti.”
Ancak, sonuç kaçınılmazdı. Alman yönetimi ve ordularının en önemli silahı olan moral gücü, kaybolmaya başlamıştı. ABD Başkanı Franklin Roosevelt, Rus Komünist Partisi Sekreteri Stalin’e gönderdiği 23 Şubat 1943 tarihli tebrik mektubunda şu cümleyi kullanmıştı: “Düşmana en ağır darbeyi morallerini yok ederek indirdiniz.”
Stalingrad, bütün harp süresince çatışan tüm tarafların gerek cephede gerekse cephe gerisinde çektikleri korkunç acılara bir örnektir.
Bir anlamda da Avrupalı Yahudiler için Stalingrad, Soykırım karanlığından kurtulmanın ilk ışığıdır diyebiliriz.
Ancak hâlâ şu suale cevap bulunamadı: o yıllarda en üstün kültür ve medeniyetin temsilcisi olan halklar ve onların temsilcileri nasıl olup da diyalogla sorunlarını çözemediler?
Kanaatime göre esas üzerinde durulması gereken husus budur.
1 Edith Hahn Beer (1914-2009) ‘La Femme d’un Officier Nazi’ adlı kitabından esinlendim. Aslı İngilizce olup başlığı ‘The Nazi Officer’s Wife’dır. Türkçe tercümesi de mevcut olup, ‘Nazi Subayının Karısı’ olarak Gözlem Kitapevinde de satılmaktadır.