Türkiye’deki yatırım fırsatlarını değerlendirmek isteyen (son yıllarda azaldığını düşündüğüm) yabancı yatırımcılarla temaslarda bulunmak her zaman hem ilgimi çekmiştir, hem de işimin önemli bir parçası olmuştur. Kısa bir süre önce, bu amaçla Dubai ve Abu Dabi’de bir dizi görüşmelerde bulunma şansım oldu. Bu esnada, orada yaşamakta olan bazı kişilerden edindiğim ve kendi araştırmamdan toparladığım bazı gözlemlerimi kısaca paylaşmak istedim. Kanaatimce, ‘Körfez sermayesi’ olarak görülen Körfez İşbirliği Ülkeleri (GCC) arasında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve bu ülke içinde de Dubai çok özel bir yer tutuyor.
Dubai’nin, petrol parası ile dönen ve şeriat kanunlarına göre yönetilen küçük bir Arap prensliği olduğuna dair basmakalıp bir algının ne kadar yanlış olduğunu ifade etmekle başlamak gerekir. 1971’de Şeyh Zayid’in önderliğinde birleşmeye karar veren yedi emirlik (Dubai, Abu Dabi, Şarika, Acman, Ummül-Kaveyn, Füceyre ve Resül Hayme) günlerinden bugüne yaşanan müthiş transformasyonun altında yatan önemli vizyonu anlamak için kısa bir seyahat yetebiliyor.
Dubai’nin bugün Avrupa, Asya ve Afrika arasında önemli bir ‘hub’ olma özelliği, bir turizm, finans ve ticaret merkezi haline gelmiş olması da tamamen bu vizyonun tavizsiz olarak uygulanması ile mümkün olmuş. BAE’nin nüfusu 1980’de 1 milyonken bugün 9 milyonu geçmiş durumda. Hem Abu Dabi’de hem Dubai’de 3’er milyon insan yaşıyor; toplamda nüfusun yüzde 90’a yakınını yabancılar oluşturuyor. Emirlikteki yabancıları işçiler ve beyaz yakalılar olarak ikiye ayırmak gerekir. İşçiler çoğunlukla gece gündüz bitmek bilmeyen inşaatlarda çalışan vasıfsız, eğitimsiz, ailelerini geride bırakıp gelmiş olan Sri Lankalılar, Hintliler, Filipinliler ve Afrikalılar. Çok ama çok zor koşullarda çalışarak memleketlerine para gönderme çabası içindeler. Beyaz yakalılar ise, Avrupalı, Lübnanlı ve çoğunlukla Hintli yöneticiler. Bu kesim iyi para kazanıyor ve “kurallara uyduğun sürece iyi bir hayat var burada” diyerek tahminlerinden uzun sürelerle Dubai’de kalıyorlar. Her ülkeden insanın yaşadığı bu şehirde ortak lisan İngilizce; yabancılar bir kelime Arapça bilmeden yıllarca yaşayıp gidebiliyorlar. Bu arada, BAE’de 10 bin kadar Türk ve 100 kadar Türk restoranı bulunduğunu öğreniyorum.
Dubai mutlak monarşi ile yönetilen bir şehir, ülke değil, hatta bir şirket. Şeyh Mahdum’un vizyonu sayesinde çölden vahaya dönüşen bu şehirdeki toplum katmanlarının en üstünde az sayıdaki (toplam 1,3 milyon kadar) Emirati’ler yer alıyor. Haliyle, Emirati’ler Şeyhlerine şükran borçlu olduklarını düşünüyorlar ve demokratikleşme gibi bir endişeleri bulunmuyor.
Dubai’de vergi olmadığı ve artan bir oranda kalifiye eleman bulunabildiği için çokuluslu şirketlerin bölge merkezlerini Dubai’ye taşıdıkları görülüyor. Strateji olarak, lüks tüketime yönelik mağazalar, lüks arabalar, turizm ve gayrimenkul projeleri üzerinden hem ekonomiyi hem de büyümeyi canlı tutmaya çalışıyorlar. Dubai’deki ekonomi ve fırsatlar arttıkça yabancılar akın ediyorlar, o da kendi içinde yeniden büyümeyi getiriyor. Ancak, bir olumsuzluk halinde hemen hemen herkes geçici olduğu için aniden ülkeyi terk edebiliyorlar. Bu da Dubai vizyonunun kırılganlığına işaret ediyor. Vizyon 2021’in özelliği, 2007 finansal krizinde yaşanan büyük çöküşten sonra ekonomideki kırılganlığı gidermek için vergi cenneti olmaktan çıkıp turizm, kültür ve teknoloji alanında bir cazibe merkezi olmak. Buna yönelik büyük yatırımlar yapılıyor. Abu Dabi’deki yeni Louvre Müzesi, Ferrari Dünyası, New York Üniversitesi kampüsü ile, Dubai’deki yeni Legoland bu vizyonun en son örnekleri. Ayrıca, İsrail’in uyguladığı yüksek teknoloji iş modelini benimsemeye çalışıyorlar. Şeyh Mahdum bu maksatla bir ‘Yapay Zeka Bakanlığı’ dahi oluşturmuş.
Madalyonun öbür yüzünde, bu başarının arkasında çok ter ve gözyaşı olduğu da anlaşılıyor. Çalışma şartları ağır. Kanunları çiğneyenlere tolerans yok. Otoyolda aşırı hız yapmak, esrar kullanmak veya banka borcunu ödememek gibi suçların cezası direkt hapis. Medya sansürlü, adalet ise Emirati’leri kayıracak şekilde uygulanıyor. Beyaz yakalı işlerde çalışanlar dahi işlerini bir günden diğerine kaybedebileceklerinin bilinciyle yaşıyorlar. Bir yabancı olarak Dubai’de yaşlanmak mümkün değil. 60 yaşını aşan yabancıların çalışma vizeleri yenilenmiyor ve miadı dolanların ülkeyi terk etmeleri bekleniyor. Dubai aynı zamanda anormal pahalı bir şehir: Ayda 20 bin TL’nin altında rahat bir hayat sürmenin zor olduğu anlaşılıyor.
Dubai ve Abu Dabi Arap ve Afrika coğrafyasının problemli ülkelerindeki elit tabakanın varlıklarını korumak için geldikleri bir yer. Bol miktarda İran, Suriye, Suud ve Mısır zenginlerinin paraları burada. Bu varlıklar çoğunlukla gayrimenkule yönlendiği için çok sayıda boş gökdelen görmek mümkün. Yine de yönetim, bölgedeki sosyal problemlerin BAE’ye yansımamasına büyük önem veriyor; özellikle Dubai politikaya bulaşmamaya özen gösteriyor. Ne var ki, büyük resimde lüks tüketime yönelik stratejinin müşteri bacağında sıkıntılar başlamış. Abu Dabi’nin biraz da sert bir şekilde Katar’a uyguladığı ambargo dolayısı ile 250 bin dolayındaki Katarlı ülkeden ayrılmış. Suudi Arabistan’da petrol fiyatının düşük seyretmesi ile başlayan sorunların Ritz Otelinde kesilen faturalarla birleşmesi ile birlikte Dubai’nin lüks müşteriden elde ettiği gelirlerde önemli kayıplar yaşanmaya başlamış.
Türkiye ile ilgili olarak, ‘her zaman ekranımızda’ deseler de, Katar sorunun kalıcı bir şekilde halledilmemesi halinde direkt sermaye yatırımları konusunda çok gönüllü olacağa benzemiyorlar. Türk dizileri her yerde olduğu gibi burada da çok popüler. Ancak, doların ucuz olduğu son yıllarda İstanbul’un yeni yerleşim merkezlerinde yapmış oldukları konut yatırımlarından zarar etmiş olmaktan dolayı kuyruk acıları var.
Türkiye’de esas istihdamı yaratan ve ekonomiyi çeviren çarkların KOBİ’ler olduğunu düşününce, Körfez sermayesinin bizden yana yağmur gibi yağma ihtimali oldukça zayıf görünüyor. İş dünyamızın sermaye, hukuki altyapı ve kültür olarak Avrupa ile daha da yakınlaşmasının toplumumuzun refahını arttırmaya giden en doğru yol olduğunu bir kez daha anlıyorum.