Yok olmuşlar… Aradıkça tek tük açığa çıkıyorlar… Ama çoğu yok olmuş. Neler yapmışlarsa, sadece ailelerine değil, ama topluma ne faydaları olmuşsa… Zaman dediğimiz dev kara deliğe gömülmüşler… Kimi büyüklerimizin anılarından hâlâ canlı... Ama sormuyoruz, onlar da anlatmıyorlar... Böyle böyle... İsimleri bile yok oluyor. Tabi hikâyeleri de...
Henüz yeni kutlamışken emekçi kadınlar gününü, dile getirmeden edemiyorum. Ne acı! Toplumun yarısını kadınlar oluşturuyor. Kızlarımızı olduğu gibi, oğullarımızı da doğuranlar kadınlar. Oysa kadının olmadığı bir toplum yok olmaya mahkûm.
Biliyorsunuz, buradan açık bir çağrı yapmıştım geçenlerde; Edirne Sinagogunda mayıs ayında düzenlemek istediğimiz bir sergi için topluma faydası olmuş olan kadınların, Edirne’nin kültürel zenginliğine katkıda bulunmuş her etnik geçmişten kadının hikâyesini arıyoruz aslında.
Tek tük bilgilerin arasında ilk aşamada en kolay ulaşılır bilgiler Alliance Okullarına ait arşivlerden. Burada birçok kadın öğretmen görev yapmış. Ayrıca bir iki kitap yazılmış bu arşivlerden yararlanılarak. Bunların arasında Erol Haker’in ‘Edirne, It’s Jewish Community, And Alliance Schools, 1867-1937’ isimli kitabında dikkatimi çeken bir bölüm var. Alliance Okulları, günümüzden 140 yıl önce ‘eşit işe eşit maaş’ sistemini benimsemiş! Cinsiyet ayrımı yapmaksızın. Kimse, hiç kimse “neden kadınlar erkekler ile aynı maaşı alıyor” diye sorgulamadan... Ancak böylesi bir kurum, arşivlerini de doğru saklardı herhalde! Bugün hâlâ dünyanın birçok ülkesinde kadınlar ‘eşit işe eşit maaş’ alamadıklarından şikâyetçi. İnternette izlediğim Norveç Finans Sektörü Birliğinin yaptığı bir deneye dair video filminde çocuklar eşit işe eşit ödül verilmemesini anlayamıyorlar. 140 yıl önce Alliance yönetimin bildiğini, bugün çocukların bildiğini, biz büyükler ne zaman neden unutuyoruz? Kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüzün gündemin ana maddesine dönüştüğü, cezaların mümkün olan en hafifinin verildiği bir dönemde, eşit işe eşit maaşı konuşmak size belki basite kaçmak gibi geliyor olabilir. Oysa sorun toplumsal bakışımızdaki iç yargılı yaklaşım.
Bir tiyatro direktörü olan ve bugün 5 kıtada 20 ülkede uluslararası WOW (Women of the World /Dünyanın Kadınları) festivalini yaratan Jude Kelly 2016 Ted konuşmasında soruyor: “Neden erkeklerin anlattığı hikâyelerin evrensel olduğunu düşünürken, kadınların anlattığı hikâyelerin sadece kadınlar hakkında ve kadınlarla ilgisi olduğunu düşünüyoruz?” Örneğin, Somali’de Laas Geel Mağaralarındaki İÖ 9000 ve 3000 yılına tarihlenen mağara resimlerini neden erkeklerin yaptığının düşünüldüğünü sorguluyor... “Belki de bir kadın çizmiştir oradaki figürleri? Orada mıydık ki erkek olduğuna bu denli eminiz?” Gerçekten siz hiç düşündünüz mü, itfaiyeciliği, belki mesela orkestra şefliğini ya da bir takım başka meslekleri neden daha çok erkek mesleği olarak addediyoruz? Bir toplumun yarısını oluşturan kadınlar, neden mesela, sanatçı olsalar da, sanat müzelerinde ağırlıklı olarak erkeklerin eserleri sergilenmekte? Tarih neden erkekler tarafından erkekler için yazılmakta? Kadınlar, topluma faydalı olanlar bile, öğretmenler, ebeler, pansiyon işletenler, madalya kazanmış olanlar... Evet, bizim toplumumuzda da var madalya kazanmış kadınlar... Ama arşivlerin karanlık köşelerinde cımbızla aramak zorunda kalıyoruz onları. Neden tarihin şanlı sayfalarında yerlerini almamışlar? Alamamışlar? Bütün bu içsel yargılarımızı fark edip içindeki erkek egemen bakış açısını insan egemen, insanlık egemen bakış açısına dönüştürmedikçe, bütün bu düşünce yapısını değiştirmedikçe, Şalom Dergi için sohbet ettiğim İstanbul’un İsveç Başkonsolosu Therese Hydén’in ülkesinin çalışmalarını anlatırken dile getirdiği gibi, yasamayı bu düşünce ile yapmadıkça ve yasamanın gerektirdiği altyapıyı ve uygulamaları sağlamadıkça, eğitimi insan eşitliği göz önüne alarak planlamadıkça, 8 Mart’ı hatırlamışız, kutlamışız, nafile! Yine otobüsler ayrılır, yine kâr etmek isteyen markalar sürpriz yumurtalarını bile kız çocuklarına ayrı erkek çocuklarına ayrı renklerde üretir... Yine... Yine… Dile getirilemeyenler başa gelir...
Topyekûn ve tüm detayları ile birden ele alınmadıkça değişim pek de mümkün görünmüyor. Yine kadın ikinci planda, yine kadın karanlıkta kalır, yine kadın taciz edilir, yine kadın, giderek çocuk tecavüze uğrar...
Bizlere de iğne ile kuyu kazmak kalır... Ne diyelim, nice 8 Martlara...
***
Yazıyı gazeteye göndermeye hazırlanırken, en güzel yaşlarında, pırıl pırıl 11 kadının içinde olduğu uçağın düştüğü haberi geliyor... Heyecanları, korkuları, anaları, babaları, yavruları, eşleri, arkadaşları, gelecekleri, hayalleri, başarıları, sevgileri, sevenleri, kahkahaları, gözyaşları, hikâyeleri ile 11 güzel insan... Mekânları cennet olsun. Geride bıraktıklarına sabır dilerim. Ve siz, siz sevgili okurlarım, sarılın birbirinize, sevdiklerinize ve hatta daha az sevdiklerinize, belki de hiç sevemediklerinize. Hiçbir zaman sarılmadığınız gibi sarılın. Sevginin ve sevgiyi göstererek paylaşmanın, paylaşarak çoğaltmanın en değerli şey olduğunu unutmamak üzere, sarılın.
Meraklısına not:
Jude Kelly’nin konuşması: https://www.ted.com/talks/jude_kelly_why_women_should_tell_the_stories_of_humanity?utm_campaign=tedspread&utm_medium=referral&utm_source=tedcomshare#t-63261
Çocuklarla yapılan deneyin videosu https://www.facebook.com/ finansforbundetNO/videos/10156793637468273/?hc_ref=ARRSJtZ0lq2rQJIUa341sL5yuSgDdiUKAnFtzY2FUCl0dqnfxAdntmO5x9hbe_PIGJM&pnref=story