Şubat ayının son günlerinde, Dünya Mobil Teknolojiler Kongresi (MWC2018) için Barselona’dayım. Günlük rutinden biraz kopup, dünyanın gelecekte nasıl olacağına dair tartışmaları izlemek oldukça iyi geldi diyebilirim. İlk gün sabah itibarıyla başlayan toplantı maratonu son gün güneş batana kadar devam etti.
Katıldığımız ilk basın toplantısında, şirketlerin 21. yüzyılda insan kaynakları politikaları ve ‘yetenek yönetimi’ adına yapmaları gerekenler parantezinde tartışmalara şahit olduk. “Yapılan işe anlam katmak” belki de en akılda kalıcı başlık oldu. Yine de yapay zekânın iş dünyasına egemen olmasıyla beraber, birçok kişinin işini kaybedeceği konusundaki kaygılar yatışmadı.
Konuyu başka bir açıdan ele alıp yetkililere şu soruyu sordum: “Küresel şirketlerin giderek daha fazla dijitalleşmeleri, karar alma mekanizmalarına bir yenilik getirdi mi?” Açıkçası bu sorunun cevabını tam olarak alamadım. Kendi tecrübelerime göre, ne kadar yüksek teknoloji kullanılırsa kullanılsın küresel şirketlerin karar alma mekanizmaları hâlâ karışık bir hiyerarşiyle çalışıyor. Elbette “Şu ana kadar bir sorun çıkmadıysa dert etmeye gerek yok” da denebilir. Ancak, dijitalleşmeye rağmen azalmayan bürokrasi sebebiyle kaçırılan fırsatları ölçecek bir yüksek teknoloji ürünü olsaydı, belki de çok şaşırtıcı sonuçlara ulaşabilirdik.
“İsteyene 5G var, yeter ki sahiden istesin...”
Kongrenin ikinci gününde adeta bir ‘5G ve Bulut Teknolojileri’ bombardımanı yaşadık diyebilirim. İyi bir ekonomist olmam ve her türlü teknolojiyi kullanma merakım sayesinde, konuşmacıların anlatmaya çalıştıklarını kavrayıp birkaç başlığa sığdırabildim:
Her şeyden önce bugün yazılımlar ve arayüzlerle idare edilen networkler yani ‘ağlar’ gelecekte otonom şekilde yönetilecek. Bunun tam olarak ne olduğunu anlamak için, pazar günkü toplantılarda konuşulan insan kaynakları yönetimi esaslarına bir geri dönüp bakalım.
Artık merkezden hiyerarşik şekilde yönetilen şirketler olmayacak. Buradan hareketle kullandığımız ağların da aynı bu şekilde merkezi bir hiyerarşi gerekmeden, kendi kendini idare eden mekanizmalar, platformlar olacağını söyleyebiliriz. Yani “Kullanamıyorsan bu senin kabiliyetsizliğin” diyen sistemlerden rahatlıkla kullanılacak ağlara geçiş yapacağız. Yakın gelecekte 100 milyara yakın nesnenin birbirleriyle konuşacağı ve haberleşeceği anlatıldığına göre, bu da akla gayet mantıklı geliyor. ‘Nesnelerin İnterneti’ yani IoT bizi buralara taşıyacak.
Huawei’nin göz kamaştırıcı devasa standını adım adım gezerken, basit bir cep telefonu sisteminden SMS gönderilen ağlara, resim ve içerik gönderen MMS’ten insanlardan daha çok ‘nesnelerin’ haberleşmesi için ortaya çıkan 5G’nin hikâyesini eksperlerden dinledik. Huawei KOL yani ‘Kanaat Liderleri’ programının liderliğini yapan Walter Jennings’in rehberliği eşine az rastlanacak türdendi. Birçok ülkeden gelen ve farklı kültürlere sahip olan kanaat liderlerine, objektif muhakeme yapmalarını sağlayacak bilgiler sundu.
Anlaşılıyor ki, insanlığın bundan sonraki yolculuğu, yapay zekâ-büyük veri-bulut teknolojileri olacak. İngilizce yazarsak ABC oluyor. Yani ‘AI’, ‘Big Data’ ve ‘Cloud’.
Ben bu durumu mutlu bir haber olarak algıladım. Bir zamanlar hepimizin ciddi sıkıntı duyduğu ‘içerik üretme’ meselesi otonom ağlar sayesinde ‘ABC’ kullanılarak kendiliğinden hallolacak. İsterseniz ticari, isterseniz sosyal veya akademik içerikleri sizden hizmet ya da yardım bekleyenlere kesintisiz ve taze şekilde sunabileceksiniz. Şirketler kadar belediyeler ve akademik kurumlar da bundan faydalanacak. Dahası var: Bugünkü gibi network odaklı (network-centitic) - parçalı (framented) - tepkisel (reactive) ve kabiliyet (skill-dependent) isteyen iş platformları yakın gelecekte, kullanıcı odaklı (user-centric) - yekpare (closed-loop) - proaktif (predicted) - kendini idare eden (AI/automation) hale dönüşecek. Elbette bunu başarmak için kendi içinde bile farklı altyapılar ve donanım kullanan sistemleri konuşturacak çözümler gerekiyor. Çözüm bulmak donanım üretmekten daha önemli. Çünkü donanımlar, üretilmiş çözüme göre tasarlanıyor.
Kiminle konuşsak, fiber optik, Wi-Fi veya bakır tel, hangi altyapıya sahip olursa olsun, herkes için saat gibi çalışan ağlar kurabilmenin en mühim mesele olduğunun altı çizildi. “Bunu da başarıyoruz zaten” denilerek çeşitli ülkelerdeki tecrübeler anlatıldı.
Katılımcıların tamamı, 5G ile beraber ulaşılacak güzelliklerin sınırı olmadığını ancak kurulacak alt yapının şu özellikleri taşıması gerektiğinin altını çizdiler:
- Akıllı (intelligence)
- Basit (Simplicity)
- Yüksek geniş bant kullanan (ultra-broadband)
- Açık ama Güvenli (Openness and Security)
“Hem düşük maliyetli hem de etkili bir ağ kurabilmek mümkün mü?”
Devletlerden şirketlere, üniversitelerden spor kulüplerine, ihracatçılardan sanayi firmalarına kadar herkesin Big Data’dan faydalanması için bu sistemleri yukarıda tarif edildiği şekilde kurması gerekiyor. Elbette “Bunlar çok maliyetli değil mi?” diye soranlar olacak.
Açıkçası böyle bir altyapının maliyetini hesaplamak kolay. Ancak söz konusu altyapıya sahip olamamaktan dolayı kaybedilecekleri hesaplamak çok zor. Özellikle Endüstri 4.0 yarışını daha da sertleştirecek olan 5G dönemine hazırlıksız yakalanacaklar için iyi haberlerim yok.
Konuşmacıları dinlerken aklıma şu soru da geldi: “Sahip oluğum her nesne için bugün olduğu gibi ayrı bir Cloud parası vereceksem, tüm kazandıklarım buna mı gidecek?” Daha parmağımı kaldıramadan cevap Huawei yetkililerinden geldi. Sahip olduğumuz her üç aletten biri için bulut yani Cloud masrafı ödeyecekmişiz. Hiç de azımsanmayacak bir tasarruf.
Sonuç olarak, en kötü ve ‘yetersiz’ olarak düşünülen haberleşme altyapılarında bile mükemmel çalışan sistemler kurup, 5G sayesinde bunları otonom şekilde çalışır hale getirip networkümüzü yani ağımızı değere çevirmemiz mümkün artık.
Sadece masraftan ya da teferruattan korkmadan, paradigmanın değiştiğini kavrayıp adım atmak gerekiyor.