Siz de benim gibi hayatı, kendinizi sorgulamayı sevenlerdenseniz bu yazıda ortak noktalar bulabilirsiniz diye düşünüyorum.
Bana göre insan sorgulamalı… Neyi mi? Her şeyi… Her şey derken aslında kendini, düşüncelerini, duygularını, tavırlarını, başkalarıyla iletişimini, etkileşimini, nedenleri, niçinleri, nasılları…
Sorgulamak geliştirir, kendimizi daha fazla tanımamıza neden olur, derine gitmemizi sağlar, büyütür…
Aynı zamanda bizi daha karıştırabilir, kendimizden şüphe etmemizi sağlayabilir, anı / hayatı kaçırmamızı sağlayabilir…
Yani yine denge lazım her şeyde olduğu gibi.
Bu alanda beni en çok zorlayan kendimden şüphe etmemi sağladığı zamanlar. Çok sorguladığımda ‘ne hissettiğim’den çok ‘ne olmalı’ ya geçebiliyorum… Sorgulama işlemi ayrıca başkalarının da fikirlerini kapsayabiliyor. Onları da sorguluyorum tabii. Hayat sınavını öyle güzel düzenliyor ki… O insanların söyledikleri senin sorguladığın yerle tam da aynı oluyor. Yani bir tarafında içindeki ‘ne olmalı’ kısmıyla sana bunu yansıtan insanların çokluğu ve düşünceleri el ele vermiş, gittikçe güçlenirken, içinde sessizce duran, tek gücü ‘gerçek’ olması olan ‘ne hissediyorum’ kısmı eğer unutursan gittikçe güçsüzleşebiliyor.
Deneyimlerim bana dışarıdan gelen tepkilerin aslında kendi içimizdeki sorgulamadan dolayı yarattığımız kutupluluğun karşılığı olduğunu gösterdi. Yani içimizdeki en ufacık bir kuruntu, dışarıda bir arkadaşımızın veya ailemizden birinin karşıt görüşü veya bir makalenin başlığı olarak hayatta karşımıza dikilebiliyor. Biz eğer yaratıcı kaynağın kendimiz olduğunu unutursak bu sorgulama sürecini uzatarak ve daha çok karışarak hayatın içinde yuvarlanabiliyoruz.
Kendi içimizde sorgulama dengeye geldiğinde; bende ‘ne hissediyorum’ ile ‘ne olmalı’ artık el sıkıştığında dışarıdan gelen baskı/düşünceler/tepkiler de azalıyor. Veya hâlâ devam etmelerine rağmen bendeki etkisi sıfırlanıyor.
Hayat eğer ayağımızı birbirine dolandırıyorsa, ruhumuzun özgürce yaşamasını engelliyorsa, tekâmülümüzü kısıtlıyorsa bize öğretilen gibi yaşanmak zorunda değil! Öğretilen yaşam tarzlarını yaşamak zorunda değiliz! Daha önceki yaşamış olduğumuz senaryolarımız tekrar karşımıza geliyorsa, hakkımızda bildiklerimizi unutup bambaşka filmlerin içinde oynarken bulabiliriz kendimizi. Sadece öğretileri değil, kendimiz zannettiğimiz kendimizi de unutursak yeni bir ben yaratabiliriz kendimizden…
Şimdi diyebilirsiniz ki “Kızım senin işin, gücün mü yok? Denenmiş ve insanlık için en doğru olduğuna inanılmış sistemleri sorgulamak yerine, sana verilene uy!” Doğru söylüyor olabilirsiniz de o zaman ben, ben olamam. Benim gibi yaşamayı sevenler de kendileri olamaz. Bana iyi gelen, beni geliştiren öğretiler ve değerler başımın tacı. Onlar benimle kalsınlar. Bana uymayan, beni geri çeken, iyileştirmeyen, özgürleştirmeyen, tekâmülümü engelleyen, bana ait olmayan öğretilere de bütün dünya tamam dese ben yine de sorgulayacağım. Kendim için, insanlık için!
Bu yolda giderken de en büyük pusulam ‘ne hissettiğim’ olacaktır, ‘ne olmalı’ değil…
Her birimiz farklıyız, hayatı güzel kılan da bu! Rengimizi parlak bir şekilde yansıtırsak dünya daha aydınlanacaktır. Kendimiz olmaktan korkmadan, farklılıklarımızla el ele bir dünyaya doğru gidelim. Bunun için önce kendimizi bilelim, sonra da bizden farklı olanları…