Arkadaşlarla birlikteyken içinde aldatmanın, hayal kırıklığının yer aldığı bir olaydan söz açıldı. Her birimiz bu konuda bir yorumda bulunurken, bir ara yaşantımızda yer verdiğimiz kimi değerlerin önemi üzerine konuşmayı sürdürdük. Bunların sıralamasında birçoğumuz sevgiyi ilk sıraya yerleştirdi; oysaki ben, güvenden yana seçimimi yaptım. Sonra bir başıma kaldığımda şu sorunun yanıtını düşündüm:
Güvendiğimiz için mi severiz, sevdiğimiz için mi güveniriz?
Kuşkusuz duygularımızın ya da aklımızın dürtüsüyle, bu soruya her birimiz farklı yanıtlar verebiliriz. Belki birçoğumuz, sevginin bütün değerlerin üstünde olduğunu da savunabilir. Oysaki ben, tümüyle karşıt bir yaklaşımı paylaşmak istiyorum:
Güvenin her zaman sevgiden önce geldiğini düşünüyorum. Öykü, roman ve filmlerdeki “bir görüşte aşk” söylemleri bir yana... Uzun süreli, sağlıklı ve karşılıklı bir sevginin oluşmasında, o denli çok duygusal ve düşünsel etmen yer alıyor ki… Tanıma, bilme, birbirine uyum sağlama gibi… Hiç kuşkusuz, en başta güven! Her alanda, bir insana tam bir güven duymadığımız sürece, onu tanımlayacak tüm olumlu etmenlerin, bana göre hiçbir anlam ve değeri kalmıyor. Bu sözlerim yalnızca kadın-erkek birlikteliklerinde değil; aile arasında, sosyal çevrede, ticari alanda, dostluk ilişkilerinde her zaman geçerli olduğunu düşünüyorum.
Karşıt düşünceyi ele aldığımızda:
Bir insana, sevdiğimiz için güvendiğimizi varsayalım. Diyelim ki, o kişiye olan duygularımızdan çok eminiz; ama onun tarafından, aynı oranda seviliyor muyuz? Bunu kesin olarak bilemeyiz! Bu duygu tek yönlü olabileceğinden, düş kırıklığına uğrama olasılığımız her zaman vardır. Bunun örneklerini sıkça gazetelerde okuyor, ekranlarda izliyor, belki de zaman zaman farklı ortamlarda yaşıyoruz.
Güvenden söz ederken, kuşku konusuna da değinmek gerekir:
Kuşku öyle bir virüs ki, bir kez içimize bulaşmaya görsün! Önce beynimizi, sonra tüm bedenimizi ele geçirir. Ne denli sıyrılmaya çalışsak, bir bataklık gibi çeker içine. Kuşkulandığımız insanın her sözünü, her davranışını farklı yorumlar, düştüğümüz kaygılara yeni ipuçları ararız. Bu yüzden güven duygusunun belirleyici bir ölçüsü, bir derecesi olamaz. O her zaman tartışmasız yüzde yüz olmalı, kuşkunun zayıf bir gölgesi bile üstüne düşmemelidir. Bir başka deyişle güvenilen kişi, üstünde tek bir siyah nokta olsun barındırmayan beyaz bir sayfa gibi olmalıdır.
Daha dünyaya gözlerimizi açtığımız andan başlayarak, yakın çevremizden sağladığımız güven duygusuyla yaşama tutunuyor, soluk alabiliyoruz. Nitekim güvenin olmadığı yerde, korku egemen olur. Ne huzur, ne sevgi, ne mutluluk, ne barış, ne özgürlük… Aklımıza gelebilecek tüm olumlu değerler, karşılıklı kurulan ilişkiler, ancak güven duygusuyla birlikte bir anlam taşıyor. Korku, kaygı, kuşku duymadan…
Bu kadar sözden sonra aklımıza şu soru gelebilir:
Birçok değerin aşındığı, her türlü ilişkinin sorgulandığı günümüz dünyasında, bu düşüncelerin gerçekliğine inanabilir miyiz?
İçtenlik ve dürüstlüğümüzle, başta kendimiz örnek olabiliyorsak, neden olmasın