1982 yılı yapımı bir film: Blade Runner. Bilim-kurgu sinemasının en seçkin örneklerinden biri.
Ridley Scott tarafından yönetilen filmin başrollerinde Harrison Ford, Rutger Hauer ve Sean Young yer alıyor. Philip K. Dick’in ‘Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi?’ isimli romanından uyarlanan filmin senaryosu 2019 yılında geçiyor. Filme göre 2019 yılında dünyanın hali içler acısıdır.
Gökyüzünde kasvetli bir gri ton hâkim. Aralıksız yağmur yağıyor. Yüksek gökdelenler, havada uçan arabalar, desteklenmiş gerçeklikle bezenmiş reklam sütunları, insan kalabalığı ve kirli sokaklar. Kir sadece sokaklarda değil, tüm binalar, yaşam alanları, insanların üzerlerine giydikleri kıyafetlerde de var. İleri teknoloji hat safhada fakat insanların yaşam kalitesi son derece düşük. Mavi bir gökyüzü yok, papatyalarla bezeli bir bahçe ya da bir ağaçta ötüşen kuşlar da yok. Distopya ve siberpunk var.
Sinemada ilk distopik film 1927 yılında çekildi. Bir başyapıt olan ‘Metropolis’ filmi kendinden sonra yapılan distopik filmlerin de bir nevi ilham kaynağı oldu. Hem edebiyatta hem de sinemada distopya yaklaşımının tarihi oldukça eski. Genel olarak ‘olmayan yer’ anlamında kullanılan, zamanla “iyi, güzel yer” anlamını da alan ve bir alternatif oluşturma çabası anlamında kullanılan ‘ütopya’nın anti-tezi olarak kullanılan Distopya kavramı, şimdi ya da gelecekte yaşanan/yaşanacak olan kötü yer anlamına geliyor. İnsanların baskıya maruz kaldığı, kötü muamele gördüğü bu yerde yaşamaktansa ölmek bir kurtuluştur.
Kavramın bizi gündelik yaşam dâhil olmak üzere çepeçevre sarması ise 2000’li yıllara denk düşüyor. Distopik romanların, sinema filmi ya da dizilerin satış rakamları insanların bu konudaki eğilimlerine dair fikir verebilir. “Distopyam olmadan asla!” diyen bireylerin bu eğilimlerini yaratan ve yönlendiren fikir insanlarının varlığını da göz ardı etmemek gerek.
Son zamanlarda artan yapay zekâ gelişmelerinin tüm dünyada ciddi oranda bir distopya yarattığını görüyoruz. Bazı bilim insanları, girişimciler, yazarlar geleceğin nasıl da gri bir gökyüzünden durmaksızın yağan kirli bir yağmur getireceğini anlatıyor. Yapay zekâ denildiğinde sıradan insanlar arasında “bunlar bizi yok edecekler,” demeyen birine rastlamak bir mucize gibi. Bu konuya distopik yaklaşmayan biri olarak (neden distopik yaklaşmadığımı başka bir yazıya saklamayı tercih ediyorum) 1982 yılında 2019 yılının neden bu kadar kasvetli görünmüş olabileceğini düşünüyorum. Muhtemelen 1982 yılından önce yaşanmış olan tarihi tecrübeler ve hayal kırıklıkları buna neden oldu.
Distopya varlığını, ütopya kavramına ve modernizme borçlu. Distopya üreten bir ütopya olarak tanımlanan modernizm, post-modern filozoflar tarafından 80 yıldır eleştiriliyor. Modernizmi şikâyet ettiğimiz merci ise henüz belli değil. (Bu belli olduğunda post-modern dönemin biteceğini düşünüyorum.)
Kendi varlıklarını kozmosun düzenine emanet eden insan topluluklarını mutluluk uykusundan uyandıran bir kâbus gibidir modern zamanlar. Kozmosun olduğu yerde insan kendini doğduğu yerde hazır bulur. Roller önceden belirlenmiştir ve her yeni doğan yalnızca bu verili hikâyeyi tekrar edecektir. Bir ütopya ihtiyacı bulunmamaktadır. Ütopya tasarımı olarak cennet zaten vardır ve bir hayale ihtiyaç yoktur. İnsan kozmosla, mekânla özdeştir. Modern zaman, insanı yerinden eden, onu kozmos karşısında tarih sahnesine çağıran ve kendi varlığının sorumluluğunu insanın omuzlarına yükleyen bir kâbustur. Onun ütopyası cennette değil yeryüzünde insanlar tarafından kurulacaktır.
Geleneksel olanı yabanıl ham madde olarak gören modernizm, ham maddeyi dönüştürme yöntemiyle distopyayı yaratır. Zygmunt Baumann’ın ‘Atık Hayatlar’ı vardır artık. Bir biçerdöverin tarlaya girip hasat toplama girişimi gibidir durum. Biçerdöver hasadı toplarken geride bıraktığı sap atıkları bulunur tarlada.
Modern ütopya insanı kozmostan koparıp bir kaos ortasına öylece bırakmıştır. Gökyüzü artık mavi değildir, yeşil çimenlere sere serpe yatan gelincikler yoktur. Kozmos cennetinden kovulan insan kaygılı ve mutsuzdur. Bu mutsuzluğa bir müddet sonra kayıtsızlık eşlik eder. Kaybetmiştir nasılsa. Kaybediş üzerine kurduğu edebiyatla kendini tanımlamayı daha sıcak bulur. Yine de şükredecek bir şeyler vardır tabi. Bugün yarından daha iyidir hiç değilse. Yarın ancak insanın bütünüyle kaybettiği bir zaman dilimi olmalıdır. Yarının nasıl da korkunç olacağını düşünmek, okumak, duymak ya da seyretmek bugün şükredecek şeyler olduğunun tasdikidir.
Ütopya nasıl ki kendi içinde bir distopya barındırıyorsa distopya da zorunlu olarak içinde bir ütopya barındırır. Distopik eğilimli toplumlar ne istediğini bilmeyen ama ne istemediğini bilen bireylerden oluşur. O toplumların içinden bir gün ne istediklerini onlar adına dile getiren birileri, bir jenerasyon doğarsa zamanın tini değişebilir ve tarihin yeni sahnesi yazılır.
Not: Blade Runner filminin devam filmi ‘Blade Runner 2049’ ismi ile 2017 yılında gösterime girdi. İzlememiş olanların seriye ilk filmden başlamasını tavsiye ederim.