İnsanın en büyük korkusu, tartışmasız ölüm korkusudur. En büyük trajedisi ise sanki hiç ölmeyecek gibi yaşayıp, sevmediği, başta ölüm gerçeği olmak üzere, ölüm korkusundan da temellenen diğer gerçekler ile de yüzleşmekten kaçması veya beğenmediği gerçeklere tahammülsüzlük göstermesi olmalı.
Gerçekler acıtıcı olduğu için onlardan kaçmaya çalışır, ona bunları hatırlatanlara ise zamanın ruhuna uygun olarak ego merkezli ve giderek şiddetlenen bir tonla karşı çıkar, sevgisizliğin çevrelediği iklimde onu ezmeye bile çalışır. Siyasi veya diğer sübjektif disiplinlerle alakalı tartışmalarda gerçekleri bükmeye bile çalışarak ona inanmaya hazır çevresini / kitleleri kendine çekmeye çalışır. Ama bir gün gerçeklerin ortaya çıkması gibi bir mutlak gerçeğin varlığını unutur. Gün gelir, duvara çarpar. Lakin tahribat büyük olur. Hem kendisi, hem ona gerçekleri hatırlatma adına karşı çıkanlar da kaybeder. Zira geri dönülemez tahribat her ikisini de yaralamıştır.
Büyük olumsuzluklarla sonuçlanan bu tür süreçleri sadece savaşları ve büyük yıkımları içeren makro düzeyde yaşamıyor insanlık. Bu toplu yenilgiyi mikro düzeyde de, hele günümüz sosyal medyasının yarattığı güçlü ve seri iletişim ve etkileşimli yeni dünya hayatlarımızda da yaşıyoruz.
Beğeniler ve tıklamalar üzerine kurulu post modern sosyal medya hayatımız ego’larına yenik düşenlerin can simidiyle sarıldıkları son kale olmuş adeta. Sadece kendi dünya görüşlerine uygun gelişmeleri, haberleri görmek isteyen bu ego takımı kendi fikirlerini beğendirmek için sosyal medya yorumlarında daha agresif, daha sert ve kutuplaşmaya yol açıcı bir dil kullanmakta hiç tereddüt etmiyorlar. Hem ego patlaması, hem görmeme veya gerçekleri bükme çabaları sosyal medyada, kendileriyle nasıl baş edileceğinin bilinmediği yeni bir tür sosyal canavar yaratıyor. Burada önemli olan rasyonel bir tartışma yapmaktan öte ego merkezli sert söz ve söylemlerle karşısındakini alaşağı etmek.
Ama asıl tehlikelisi de, bu tür sosyal medya ego patlamalarının, mutlak gerçekleri görmek istemeyenler ordusunu besliyor olması. Eğitimsizliğin ve bilgisizliğin de getirdiği analiz edememe bozukluğu, tahammülsüzlük iklimiyle birlikte kutuplaşmanın ötesinde adeta küçük meydan muharebeleri yaratıyor sosyal medyanın orta yerinde. Kutupların sözcüleri ve ‘askerleri’ hakikati aramayı çoktan unutmuş bir saldırı psikolojisiyle karşıtını yere sermeye çalışıyor.
↔↔↔
Şalom Gazetesi kuruluşunun 70. yılı yazı ve konuşmalarında ana odağına, hep ‘makul’un dilini, barış’ın dilini kullanmaya devam edeceğini koymuştu. Bunun için tek şartın hakikati arama yolunda, kimseyi tahrik etmeden makulun dilini kullanarak, gerçek haberleri okuyucusuna sunmak olduğunu biliyordu pek tabii ki.
Lakin Şalom iki ayrı kutup insanının ayrı ayrı iddia ettiği gibi, hem ‘aşırı sağcı’ hem de ‘aşırı solcu’ olabilir mi? Veya aynı Şalom aynı zamanda hem ‘İsrail yanlısı’ hem de ‘İsrail düşmanı’ bir gazete olabilir mi?
Bazen verdiğimiz farklı haberleri beğenmeyenlerin, sadece kendi kutuplaşmış dünyalarındaki ‘olumlu’ haberleri görmek isteyen bir kısım okuyucunun, Şalom’u yukarıdaki toptancı yaklaşımla etiketlemesi ve ego merkezli tahammülsüzlük içinde sert ve aşağılayıcı ve kimden geldiğine bağlı olarak, kimi zaman da ayırımcı ve ırkçı söylemlerle bu gazeteyi sosyal medyada ‘dövmeye’ kalkması aslında neyi ifade ediyor?
Şunu ifade ediyor: Her iki kutuptan okuyucu, sadece kendi dünyalarının haberlerini vermediğimiz için Şalom’u hedef gösteriyorlar. Bir kutba göre Şalom en sağda, öteki uçtaki kutba göre ise, en solda. Tam bir trajedi değil mi bu?
O zaman, Şalom’un, gerçekleri bükmeden, seçicilik yapmadan habercilik yaptığını, diğer bir anlamda bu kaotik ortamda, bu aşırı kutuplaşmış, tahammülsüzlük ve ego çağında mümkün olduğunca tarafsız kalmaya özen gösterdiğini anlıyoruz. Mutlaka, hataları, eksiklikleri vardır ve elbette eleştiriye ve düzeltilmeye ihtiyacı vardır. Lakin bir gazete aynı anda hem ‘aşırı sağcı’ hem ‘aşırı solcu’ olamaz. Sadece ve sadece, Şalom adına, bu etiketlenmiş dünyaların körü körüne inanmış ve egolarına yenilmiş karşıt kutupların hoşlarına gitmeyen tarafsız bir habercilik anlayışından söz edebiliriz...
Şalom hep böyle kalmaya devam edecek.
↔↔↔
Sosyal medya, getirdiklerinin yanında götürdükleri ile değerlendirilecek, onun tarihi yazıldığında.
Freud’un deyimiyle ‘şahlanmış atın üzerindeki şövalye misali olan ego’nun, sosyal medyayı kullanarak yarattığı tahammülsüzlük ve nefret tahribatının ise nereye evrileceğine de hep birlikte şahit olacağız.
Ama büyük ihtimalle hepimiz topluca duvara toslayacağız…
—————————