Türkiye’nin ithalatının yüzde 85’inden biraz fazlasının hammadde, aramalı ve yatırım malı oluşturduğu için, imalat sanayi ve ihracatta artış olduağu zaman yan etkileri de peşinen kabul etmek gerekiyor. Merkez Bankasının yaptırdığı araştırmaya göre, katma değeri yüksek olmayan mal ve hizmetlerde dış bağımlılık yüzde 20 civarındayken, yüksek teknoloji ihtiva eden ürünlerde bu oran yüzde 40’ın üzerine çıkıyor.
İhracatın artışının önemli bir kısmının katma değeri düşük ürünlerle gerçekleştirildiği, geri kalanının ise yüksek ithalat bağımlılığı olduğu bilinince, söz konusu rekorlar ile ilgili ‘seçici’ davranmak gerektiği de ortaya çıkıyor. Yani, hangi firmanın hangi sektörün katma değer yaratmada zayıf ya da güçlü olduğunu bulup çıkarmak gerekiyor. Bu, çok kolay bir çalışma değil.
Geçenlerde bir sektöre seminer verdim ve onlara şu soruyu sordum: “Yüksek ithalat vergileri sizleri nereye kadar koruyacak?” Toplantıya katılanlardan pek azı gerçekçi bir yaklaşımda bulundu. Birçoğu “Fabrikalarımızda çalışan binlerce kişi işsiz mi kalsın?” diye cevap verdi. Aslında, özel firmaların söyleyeceği son cümlenin bu olması lazım. Kamu İktisadi Teşekkülü değiller ne de olsa. Ancak, iş insanlarının kendi durumlarını korumak amacıyla Ankara’yı bu argümanla sıkıştırdığını düşünüyorum.
Aslında bir anlamda, konvansiyonel sektörlere sürekli istihdam talebi yaratarak, KOBİ’lerin ve yüksek teknoloji üreten firmaların büyümesini önlüyor bu yaklaşım. Çünkü kitleler halinde insan çalıştıran bu işletmelerin önümüzdeki on yılda varlıklarını bu maliyetler ve katma değerle sürdürmeleri imkan dahilinde gözükmüyor. Buna rağmen istihdam arzının kalitesini ve talebin şartlarını onlar belirliyor. Bu durumun siyaset eliyle düzelmesi zor. Çünkü kitleleri çalıştıran kurumlar her zaman siyaset üzerinde etkili olacaklar.
Halbuki, ekonominin asıl dinamosu KOBİ’lerdir. Az sayıda insanla en büyük değeri yaratmaya çalıştıkları için, onlar için sunulan her türlü finansal olan ve olmayan hizmet mutlaka karşılığını bulacaktır. Önümüzdeki dönemde yok olacak olan küresel rekabette varlık gösteremeyecek büyük firmalar için aynı öngörüde bulunmam zor. Ancak akıllar öyle karışmış ki, hayatta kalma savaşı verenlerin gerçekleri görmesi zorlaşmış.
Her hafta sonu, çeşitli cadde ve sokaklarda birçok insana soru sorarım. En önemli şikâyet artan maliyetler ve yükselmeyen gelirler. Bir alışveriş merkezinde loto-ganyan-iddia bayiliği yapan 40-45 yaşlarında bir kişi “21 yıldır buradayım, bu kadar kötü bir dönem görmedim” dedi mesela. Ben de kendisine “Siz AVM müdavimlerinden para kazanıyorsunuz, insan trafiği hem azaldı hem de rakipler çoğaldı, belki de bundandır” dedim. Spor Toto ve Milli Piyango verilerine göre her yıl gelirler arttığına göre, değerli bayinin şikayeti, AVM’deki döviz cinsinden kira artışları ile gelirlerin uyuşmaması olabilir. Bu normal. Ancak toplamda bir sektörde gelirler artarken, aynı sektöre ait bir firmada sıkıntı varsa, meseleyi ‘ekonominin genel durumuna’ bağlamak doğru olmaz diye düşünüyorum. İnsanların kafası karışık, bunu anlayabiliyorum.
Açıkçası insanların başlarına gelen bir olumsuzluğu, yanlış hesaplamadan değil hep dışardan olduğunu düşünmeleri beni hep şaşırtmıştır. Bir de “Ama çok emek verdim...” diyerek bir işin, bir yerin ya da bir trendin modasının geçtiğini kabullenemezler. Bu satırları okuyanların büyük bir kısmının emek yoğun sektörlerde yatırımları olduğunu biliyorum. Belki içerleyecekler ama, dost acı söyler. Gelecekte var olmayacak firmalar için, kaynakları boşa harcamamak lazım.
———————————