Dört mevsimi aynı günde yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Şöyle ki; seçimlere odaklandığımız bu devrede, ekranlardan yansıyan görüntüler, yazılı basından gelen ‘son dakika’ haberleriyle kâh terliyor kâh ürperiyoruz. Bir anda yaz, bir anda kış oluyor. İyi veya kötüye uyum sağladığımız süreyi ise sonbahar veya ilkbahar olarak nitelendiriyorum.
Ani ısı farkları, bünyeleri sarsıyor. Hatta kimi zaman akılcı davranmayı bile engelliyor.
‘Neler gördük biz? Bu da geçer ya hû…’ diyenlerin kulakları çınlasın. Geçer elbette, yeter ki kalan izler derin olmasın.
↔↔↔
Sanırım bazılarımız her zamankinden erken hafta sonlarını Adalar’da geçirmeye başlayacak. Yazlıkçıların büyük bir kısmı Ada evlerini şimdiden temizlemeye başladılar. Zira Ramazan’ın bu yıl mayıs ayına rastlaması üzerine insanlar gündeliğe gelen yardımcılarına bu dönemde ağır iş vermek istemediler.
Okullar hangi tarihte tatile girecek bilmiyorum. Ancak aynı dönemde turist yoğunluğu olmayacağı kesin. Kanımca mayıs ve haziran ayları Ada solunması gereken bir yer gibi görünüyor. Günü birlik de olsa keyfini çıkarın.
↔↔↔
Yaşam alanımdan fazla uzaklaşmadan disiplinli olarak yapmaya alıştığım günlük ama haftada üçü aşmayan yürüyüşlerim genelde bir cafede son bulur. Bütün betonlaşmanın yanı sıra kıyıda köşede kalmış vaha misali yeşil alanları görmek insanda coşku hissi yaratıyor. Mutat yürüyüşümü yaparken Klara Perahya’yı anarım. Yıllarca evinden çıkıp, Divan Otelinden sapar, başlangıç noktasına dönerdi. Ben daha kestirme bir parkur kullanıyorum. Radyoevinden sapıp, şehrin en eski beş yıldız otelinin önündeki çimlerle kaplı alanını iki kez turlayıp Cemal Reşit Rey’in önünden geçerek Maçka’ya doğu uzanıyorum. Yolu uzatma pahasına da olsa mümkün olduğunca ana caddelerden uzak duruyorum. Biraz yeşillik, birkaç ağaç, ekili çiçekler… Şehrin kaotik ortamında bu küçük güzellikler insanı kısa süreli de olsa mutlu etmeye yetiyor. Daha sık yürümeliyim galiba…