24 Nisan 2011’de, 1915’in 97. yıldönümünde Batman’ın Kozluk ilçesinde zorunlu askerlik görevini yaparken öldürülen Sevag Balıkçı’nın ölümünün yedinci yılından bir hafta sonra pazartesi sabahına Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesine yapılan çirkin saldırı ile uyandık.
24 Nisan 2011’de, 1915’in 97. yıldönümünde Batman’ın Kozluk ilçesinde zorunlu askerlik görevini yaparken öldürülen Sevag Balıkçı’nın ölümünün yedinci yılından bir hafta sonra pazartesi sabahına Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesine yapılan çirkin saldırı ile uyandık. Kilisenin duvarına “Erzurumlu bu vatan bizim” yazıp ibadethanenin kapısına çöp konteyneri dökebilen zihniyeti “Akli dengesi yerinde olmayan” şahıs diye niteleyip, konuyu hafife alıp, cezasız bırakmak sadece yeni saldırılara davet çıkarmaktır. Ana akım medyadaki haber trafiğinde unutulup giden hatta çoğumuzun dikkatini bile çekmeyen bu tip saldırıların uzun vadede farklı inanç gruplarında ne kadar derin iz bıraktığını ve neleri kaybetmekte olduğumuzu hiç düşündünüz mü? Tarih boyunca farklı ülkelerle yaşanılan sıkıntıların faturasını bu ülkenin vatandaşı olan azınlıklarımıza kesmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Saldırı sonrası Surp Takavor Ermeni Kilisesinin yaptığı açıklamayı okumanızı öneririm. Hepimiz onları bu tip bir açıklama yapmaya mecbur bıraktığımız için bir kez daha düşünmeliyiz. Mağdurun neredeyse özür dilediği bir ortamda hangimiz kendimizi özgür ve güvende hissedebiliriz?
Geçtiğimiz günlerde sıklıkla yaptığım gibi yerli misafirlerimizden oluşan bir grupla Küçük Mustafa Paşa’daki Gül Camiini ziyaret etmiştim. Bu esnada grubumdan bir hanım gayet masumane bir şekilde yanıma yaklaşıp, “Mois Bey bu siyonistlerin yıldızlarının camide ne işi var?” diye sormuştu. Turun devamında Ekümenik Patrikhane’nin bulunduğu caddenin hikâyesini de anlattığımda “Neden halen bu düşmanlığı devam ettiriyoruz? Yazık değil mi bu insanlara?” diyerek tepkisini göstermişti. Patrikhanenin bulunduğu caddenin adı da yıllarca süren uğraştan sonra Mora İsyanı’nda Patrik ve Metropolitlerin idamını karar veren Sadrazam Ali Paşa yerine bu kez Batı Trakya Türkleri’nin lideri merhum Dr. Sadık Ahmet ile değiştirilmiş, bu vesile ile mesaj verme kaygısı devam ettirilmişti. Tabii ki sokaktan geçen onlarca kişi ne Dr. Sadık Ahmet’i ne de Gül Camiini süsleyen Mühr-ü Süleyman’lardan haberdardı. Tıpkı pazartesi sabahı Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesine saldıran şahsın birkaç hafta evvel o kilisenin kapısından giren onlarca farklı inanç sahibinin hep birlikte coşku ile Paskalya’yı kutladıklarını ve her saldırının kapıları daha da kapattığını bilmediği gibi... Bizler aslında her politik sıkıntıdan parmaklarımızı farklı inanç gruplarına çevirip “Asıl sorun Siyonizm değil Yahudilik” bile diyebilecek kadar antisemit olabilirken o parmakların bize, bu topraklardaki kadim kültürlerin yok oluşuna döndürdüğümüzün farkında bile değiliz. Bilmeden, araştırma gereği bile duymadan bazı medyanın tektipleştirdiği kalıplarla yargılarımızı belirliyor ve komşularımızı yaraladığımızın farkına bile varmıyoruz. Dilerim farkına vardığımız gün karşımızda muhatap bulabilir, geç kalınmışlığın verdiği acı ile “Biz hangi ara böyle olduk?” ile dizlerimize vurmayız.
Komşularımızı başka ülkelerin ajanları, içimizdeki düşmanlar yerine zenginliğimizin temel unsurları olarak görüp, sahip çıktığımız, demokrasinin gerektirdiği gibi ırkçı saldırı yapanın ceza aldığı ve bu tarz olaylarda tepki göstermedeki farkındalığımızın artacağı günler temennisiyle...