İsrail’in efsanevi başbakanlarından olan ve fanatik bir İsrailli tarafından öldürülen Yitshak Rabin’in meşhur sözünü hatırlarsınız: “Barış dostla değil, düşmanla yapılır.” Bu sözü muhtemelen barışa karşı çıkan kimi İsraillileri ikna etmek ve barışın önünü açmak için söylemişti.
İsrail’in efsanevi başbakanlarından olan ve fanatik bir İsrailli tarafından öldürülen Yitshak Rabin’in meşhur sözünü hatırlarsınız: “Barış dostla değil, düşmanla yapılır.” Bu sözü muhtemelen barışa karşı çıkan kimi İsraillileri ikna etmek ve barışın önünü açmak için söylemişti.
1979’da Mısır’dan sonra 1994’te de Ürdün ile yapılan barıştan sonra sıra, en önemli barış için Filistinlileri ve başkanları Yaser Arafat’ı ikna etmeye gelmişti. Rabin, hayalinin gerçekleşmesi için çok uğraştı. ABD’nin arabuluculuğunda Yaser Arafat ile biri 1993’te, ikincisi 1995’te, tarihi barışa gidecek yolun anlaşmalarına imza attı ama son anlaşmadan sadece iki ay sonra katledildi ve barış hayali fiilen o tarihten sonra sona ermiş oldu.
İsrail - Filistin barışı bugün bile 1995’in barış arayışları havasından çok uzakta. Barışın uzak olmasında İsrail’in Rabin’i aramasından daha çok Filistinli tarafında barışa istekli olmayan ve İsrail varlığını hâlâ kabullenememiş siyasetçilerin Filistin halkını temsil ediyor olmalarında aramak lazım. İsraillileri hâlâ denize dökmekten bahseden siyasiler ve özellikle Hamas’ın yönlendirdiği terör olayları barışın Filistin tarafında pek düşünülmediğinin kanıtı olmuş durumda. Barışa istekli bir Filistin tarafının İsrail’de barışa karşı olan kesimlerin işlerine gelmeyeceğini de söylemekte fayda var. Lakin demokrasi ile yönetilen İsrail’de barış isteyen ciddi bir kesimin , sesleriyle birlikte mevcut olduğunu söylemekte fayda var.
Filistin tarafının başkanına bakıyorsunuz, hâlâ, Ortaçağ’dan kalan tipik antisemitizme bel bağlayarak varoluş mücadelesi verdiğini sanmakta. Takip etmişsinizdir, sadece bir hafta önce Mahmud Abbas’ın Batı’daki destekçilerini de kızdıran sözleri akıl alır gibi değildi. Ne buyurmuştu Abbas?
“Holokost’un nedeni Yahudi karşıtlığından değil, Yahudilerin dönemin önde gelenlerine karşı uyguladığı tefecilik yüzünden olmuştur.” Diğer bir deyişle, altı milyonun Naziler tarafından katledilmesinden faşizmden, Nazizmden, Hitler ve şürekâsından çok Yahudilerin kendileri sorumludur! Yetmiyor, son bir ‘darbe‘ vurduğunu hayal ederek, aslında Yahudilerin İsrail topraklarıyla hiçbir tarihi bağlarının olmadığını, onların çoğunun -Arthur Koestler’in hiçbir şekilde bilimsel olarak kabul edilmeyen- Yahudi dinini seçmiş Hazar Türkleri’nden geldikleri teorisine sığınıyor. Böylelikle Yahudilerin kendileri hem Holokost’un sorumluları olurken, bugünkü İsrail topraklarıyla da hiçbir alakalarının olmadığını cümle âleme ilan ediyor…
Bu anadan doğma Yahudi karşıtı retoriğe tepki sadece ABD, Fransa, Almanya, İngiltere, Kanada gibi kesimlerden değil, BM Ortadoğu elçisi, Avrupa Birliği Dış Politika sözcüsü, Almanya’daki en büyük Filistin lobisi, UNESCO Başkanı, New York Times gazetesi gibi İsrail’e hep eleştirel bakan kesimlerden de gelince Abbas hata yaptığını anlıyor ve üç gün sonra özür diliyor: “Açıklamama üzülen kim varsa, başta Yahudiler olmak üzere özür diliyorum. Tarihin en korkunç suçu olan Holokost’u daha önce de olduğu gibi kınıyorum ve kurbanlarını saygıyla anıyorum. Ayrıca her türlü antisemitizmi kınıyor, iki devletli çözüme ve iki halkın yanyana barış içinde yaşamasına dair görüşe olan bağlılığımızın devam ettiğini belirtmek istiyorum…”
Sen, en pespaye Yahudi karşıtlığını yap, sonra üç gün içinde sözlerini geri al, özür dile ve antisemitizmi kınayarak kendi kendini eleştirmiş ol. İsrail şimdi böyle biri ile nasıl masaya oturabilir ey sevgili okur?...
Abbas’ın bu, ilk vukuatı değil. 1980’deki doktora tezinde siyonistlerin Nazilere yardım ederek daha çok Yahudinin öldürülmesine yardımcı olmak suretiyle İsrail’in kurulmasını sağladıkları gibi akıl sağlığını bozucu ama tipik bir antisemit retoriğe de başvurmuştu. Daha iki sene önce ise, Ortaçağ’ın meşhur kan iftirasına benzer bir şekilde, İsrail’deki hahamların Filistinlilerin suyuna zehir katması içim hükümete baskı yaptığını söylemiş, iki gün sonra ise sözlerini, ‘temelsiz’ olduğunu söylerek geri almıştı.
Liderlerin konuşma metinlerini genelde danışmanlarının yaptıklarını biliyoruz ama bunları da körü körüne okumak bu sağlıksız fikirlere de karşı olmadıklarının kanıtı olsa gerek. Peki, koskoca bir lider iki-üç gün içinde bu kadar radikal bir söylemden yüz seksen derece nasıl döner?
Ortadoğu’da son barışın çok zor olduğunu biliyorduk ama Filistinlilerin başında Abbas gibi ne yaptığını bilmeyen, antisemit bilinçaltını dışa vurduktan hemen sonra ‘yanlış yaptım, özür dilerim’ diyen biri oldukça barış neredeyse imkansız.
İsrail’in demokratik yapısının, halkın barış isteğinin siyasetçilere barışın peşinde olmalarına vesile olduğu, hem sağdan hem soldan ülkenin iki parlak lideri tarafından iki kez kanıtlanmıştı.
İsrail’in, bu en önemli barışı isteyen kesimi ne yazık ki daha çok bekleyecek gibi görünüyor. Barışı istemeyenlerin yardımına ise Abbas yetişmiş oldu böylelikle.
Filistinlilerin başına, barış isteyen, İsrail’in varlığı ile derdi olmayan, gerçek bir lider gelmedikçe Ortadoğu’nun kaderi değişemeyecek.
Böyle bir lider geldiği takdirde İsrail’in de kimi direnç gösterecek kesimlere rağmen masaya oturmaktan başka çaresi kalmayacak.
Ama gelirse!