Taksi şoförleri ve UBER arasındaki kavgayla başlayan nisan ayı, bize ‘yıkıcı yenilik’ (disruptive inovation) gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Arabası olmayan ve şoförü olmayan bir şirket, arabası ve şoförü olanların rakibi olmayı başarabiliyor. Aynı durum Airbnb için de geçerli. Oteli yok, evi yok ama turistik tesislere rakip olacak şekilde geliştirdiği konaklama uygulamasıyla, ‘yıkıcı yenilik’ konusunda ileri gitmiş durumda. Peki, bu durum neden ortaya çıktı?
Bunu sadece ‘dijitalleşen dünya’ ile açıklamak kolaycılık olur. Dünyanın en değerli şirketleri sıralamasında teknoloji şirketlerinin en başta yer almasının sebebi, çok hızlı şekilde hayatımızda meydana gelen bir değişim. Endüstri 4.0’ı ‘tüketicilerin sürekli memnuniyetini sağlayan ve yapay zeka ile arz-talep dengesini kurgulayan sistem’ şeklinde basitçe tarif ettiğimizde, fabrikanın değer zinciri içindeki öneminin giderek azalmakta olduğunu fark edebiliyoruz.
1970’lerde katma değerin dağılımında üretimin payı yine gerideydi ama 21. yüzyılda üretim öncesi ve üretim sonrası hizmetlerin ezici üstünlüğü tartışılmaz hale geldi. Yani firmaların üretimden daha çok, demin bahsettiğim hizmetlere ağırlık vermesi gerekiyor. Mesela, üretilen malın lojistiği, tüketici ya da toptancı tarafından satın alınabilmesi için doğru şekilde finansmanı, reklam mecraları, dijital platform ya da uygulamalara sahip olup olmadığı, tasarımının evrensel olup olmadığı, ar-ge fonksiyonunun “daha iyisini yaparız” şekilde kurgulanıp kurgulanmadığı, küresel rekabete konu olup olmayacağı vs gibi.
Türkiye bu gerçeği ya görmüyor ya da görmezden geliyor. “Fabrikamda 2500 kişi çalışıyor, işsiz mi kalsınlar ?” mantığıyla kaynakların verimsiz kullanıldığı, yazılım-uygulamalar-bulut teknolojileri konusunda ‘güzel işler’ kıvamından ileri gitmeyen bir yaklaşım var Türkiye’de. Sürekli olarak girişimcilik ve inovasyon konferansları düzenleniyor ama, gelecekte var olmayacak konvansiyonel şirketlerin ekonomik kararlar üzerindeki etkisi sebebiyle, gerekli ortam sağlanamıyor. Eşit şartlarda rekabet edilmeyen bir yerde, Endüstri 4.0 ‘ın nimetlerinden faydalanmak zor. Belki de kurumları finanse ederken kullandığımız tercihleri bu gerçeğe uygun şekilde belirlersek, kamunun üzerindeki baskıyı hafifletebiliriz.
Çok uzak değil 2027 yılında, ABD’de serbest çalışanların bordrolu çalışanlardan daha fazla sayıda olacağını öngörüyoruz. İmalat sanayinde robotların egemen olduğu, bordrolu insan sayısının giderek azalacağı ve birçok mesleğin tarihe karışıp yenilerinin sahne alacağı yakın gelecekte, bugün desteklediğimiz, teşvik ettiğimiz veya alabildiğine finansman kullandırdığımız birçok firmanın var olmayacağını görebildiğimize göre ne yapmalıyız?
Hatta böyle bir gelecek bizi bekliyorsa, nasıl bir eğitim sistemiyle genç nesilleri hazırlayabiliriz?
Bu sorulara doğru cevapları vermeden geleceğe doğru attığımız adımlardan emin olamayız.