Uzun bir aradan sonra çoğu son 10 yıl içinde bu sayfalarda yayımlanmış yazılarımdan seçtiklerimi bir kitap içinde bir araya getirebildim. Kitabın içinde yer alan yazılarda çocuklar ve gelişimleri hakkında bilimin ürettiği bilgiler, konuşup tanıştığım insanların hayatlarından ve görüşlerinden çıkarttığım sonuçlar ve bende kalanlar yer aldı.
Yazılarımı kimler okusun diye yazdığımı soran olursa, hayatında çocuk olan herkes, derim. Çocuklu hayat, değişik sebep ve biçimlerde hayatımızda olan çocuklarla geçirdiğimiz an ve süreçleri düşünerek belirlediğim bir başlık oldu. Kendi çocuklarımızdan ibaret olmayan bir hayat bu, başkalarının çocuklarını ve başka çocukları olduğu gibi kendi çocukluğumuzu da kapsıyor.
Çocukları ve gençleri anlamanın en iyi yolunun insanın kendi çocukluğunu hatırlaması olduğu söylenebilir. Psikoterapilerin bir kısmında bugüne ilişkin ipuçlarını dünde ararken gidilen yer olan bellek bize çocukluğumuzun bazı ayrıntılarını sunabilir. Ama en kolay hatırlanan bilgilerin en doğru ya da en önemli olanlar olduğu tartışmalı bir durum. Deneysel çalışmalardan öğrendiğimiz neredeyse kesin bilgilere bakılırsa, geçmişi bir ‘iyilik-güzellik’ süzgecinden geçirerek bugüne aktarıyoruz. Harika bir çocukluk geçirmiş, çocukluğunu muhteşem 60’larda yaşamış (bu benimki, sizinki daha sonraki on yılları içeriyordur, ama hepsi için aynı sözler söyleniyor nasıl olsa), eski bayramların değerini bilen, kitap okuyup, söz dinleyerek aynı zamanda yaramazlık yaparak büyümüş, hiç ders çalışmamış ama çok başarılı olmuş kuşakların mensubu olan bizler ‘şimdiki’ çocukları anlamaya çalışır, çocuklu hayatın çizgilerini oluştururken hatırladıklarımızın doğruluğundan pek kuşku duymuyoruz. Kuşku duymak iyi olur, kuşku duyarsak çocuklarımızın bizden, bizim de çocuklarımızdan pek farkı olmadığını anlamak daha kolaylaşır. Bizimkinden çok başka bir dönemde yaşasalar da aynı ihtiyaçlar, aynı duygular içinde olduklarını düşünebiliriz.
Teknolojinin neredeyse üssel, katlanarak gelişiminin hayatımıza doğrudan etkilerini derinden hissettiğimiz bir zamanda ihtiyaç ve duyguların da aynı hızla değişeceği varsayımı bize geçmiş deneyimlerin pek önemli olmadığını düşündürüyor. Oysa içinde olduğumuz yoğun belirsizlik çağında önümüzü göremez, geri gidemez ve sağa sola kımıldayamaz gibi hissetsek bile geçmiş deneyimlerimizi hatırlamak, onlara anlam vermek, hele bizim çocukluğumuzda bizlerle olmuş aile büyüklerimizin deneyimlerini duymak ayaklarımızı sağlam yere bastırır. Gelecek belirsizleştikçe kaygılanırız; ancak, geçmişimizi daha iyi anladıkça bu kaygı yerini gelecekteki ‘iyi ve güzel’ şeyleri bekleyişe bırakabilir.
Bugün içinde yaşadığımız hızlı değişim dönemi tarihsel olarak diğer zamanlardan daha fazla dönüşümü içerecek olsa bile geçmişini anlayan ve geleceğe inanan herkes günümüzde çocuklu hayatın ustası olabilir. Değişmeyen ve değişmeyeceğini düşündüğüm ihtiyaçların başında sevmek ve sevilmek geliyor. Çocukluğunda sevilmiş olmak insanın ruh ve beden sağlığını korur, başkalarını sevmesine ve başkalarıyla eşit ve anlamlı ilişkiler içinde beraber olmasına olanak verir. Sevme ve sevilme ihtiyacının önümüzdeki hızlı mı hızlı değişim döneminde karşılanma biçimi değişecek olsa bile ihtiyacın kendisinin ortadan kalkmayacağına inanıyorum.
Sevilmeye olan ihtiyacımızın bir parçası olarak görebileceğimiz değerli bulunma, önemsenme ihtiyacı daha somut göstergeler taşıyor. Özgüveni yüksek, teknolojiyle büyüdüler diye tanımladığımız ve dijital çağın yerlisi sayılan şimdiki çocukların hayatına bakalım: Sosyal medyada ‘like’lanmadığı için morali bozulan genç kız, yazışma gruplarında zorbalığa uğrayan ortaokul öğrencisi veya youtube’daki videosuyla milyonların sevgilisi olan ufaklık. Hepsi de sevilmeyi ve değerli bulunmayı hayatlarının eksenine (bu sefer de dijital araçlarla) koymaya devam etmekteler.
Geleceğe dönük düşünceler kaygı, inanç ya da heyecan kadar dileklerle de şekil bulur. Anne-babalar, çocuklar ve onlara destek olan değişik meslek gruplarından insanlarla beraber olduğum konferans/seminer tipi toplantılarda ailelerin en sık dile getirdiği birkaç dilek: “Çocuğum özgüvenli olsun, kendini ezdirmesin, mutlu olsun”. Güvenli bir hayat ihtiyacının evrenselliğini ve sürekliliğini daha çok hissettiren bu zamanda çocuklarımızı tehlikelerden nasıl koruyacağımızı bilemediğimizde bu dilekleriniz gerçekleştiğinde sihirli bir etki olmayacak. Ancak, başkalarına güvenen, başkalarını ezmeyen, onların ezilmesine karşı çıkan, başkalarının mutlu olması için gayret eden çocukların özgüvenli ve mutlu olduklarını, kimselere kendilerini ezdirmediklerini görüyoruz.
‘Hayat başkalarıyla yaşanır’: başkalarıyla beraber ve kendisi gibi olarak yaşamanın sırrını arayarak geçen bir hayatta çocuklar hayatı nasıl daha iyi anlar, nasıl daha anlamlı yaşar? Nasıl başkalarının hayatına değer veren bir insan olarak gelişir? Bu temel sorular etrafında türemiş konular çocuklu hayatın her birisinin yazarı olan yetişkinlere çok şey öğretir, düşündürür.
Bu sayfaların okurlarının iyi bildiği gibi yazılarda kimseye bilmediği bir şey öğretme iddiası yok; çocuklu hayatın hepimize getirdiği gelişim fırsatlarına dikkatinizi çekebilsem, yeter.
1* Çocuklu Hayat (Y Yazgan), 2018, Destek Kitap. Sunuş bölümünden.