Finansçı olduk yok yere

Son dönemlerde Amerikan Doları kurunun yukarı gitmesi, bazı terimlerin günlük hayata girmesine neden oldu. Sadece ekonomi bilimini üniversite ders olarak görenleri değil, cebinde döviz tutan, parasını faizde değerlendiren herkesi içine alan bir jargon oluştu.

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
30 Mayıs 2018 Çarşamba

Son dönemlerde Amerikan Doları kurunun yukarı gitmesi, bazı terimlerin günlük hayata girmesine neden oldu. Sadece ekonomi bilimini üniversite ders olarak görenleri değil, cebinde döviz tutan, parasını faizde değerlendiren herkesi içine alan bir jargon oluştu.

Örneğin oynaklık. Dolar TL kurunun bir mali yılın herhangi bir çeyreğinde gösterdiği standart sapmaya deniyor. Oynaklık ile ülkeye yapılan net doğrudan yatırım azaldığı için, kurun oynaması sanıldığı gibi önemsiz değil. Bu durumda ikinci terim ile karşılaşıyorsunuz: Sudden stop, yani ani durma. Bir ülkenin ekonomisinden ani sermaye çıkışları olmasına deniyor.

Gelelim faiz ile ilgili terimlere. Bu günlerde en çok duyduğum: Sadeleşme, faiz koridoru, politika faizi, GLP. Birini açıklayayım: Sadeleşme, Merkez Bankasının, uygulamakta olduğu faiz koridoru uygulamasını sonlandırması.

Neden bu girişi yaptım? Bizim gibi ekonomi bilimini okumamış insanların bu tür detaylarda boğulması, bunlardan medet uman kırılgan bir kur yapısına sahip olduğumuz gerçeğini pekiştiriyor.

Morgan Stanley tarafından 2013’te ortaya atılan Kırılgan Beşli Grubunda Hindistan, Brezilya, Endonezya, Türkiye ve Güney Afrika var. Ancak Hindistan bu lanetten kendini sıyırdı. Para birimi değerlendi, milli geliri arttı. Hatta faizi yüksek tutarak bunları sağladı.

Dolayısı ile faizi döviz kurundan daha büyük bir büyük bir yük gibi gösterenler aslında ekonomi bilimini çalışmamış, bizim gibi kulaktan dolma bilgilerle ikna etmeye çalışanların argümanıdır.

Finans Profesörü Özgür Demirtaş’ın bir demecinde dediği gibi siyasi demeçler ekonomiyi belirlememelidir. Faiz emir komuta zinciri ile belirlenemez. Risk primini düşürmek gerekir. Bir ülkenin risk primini düşürerek ucuz borçlanma ve ülkeye para girişi sağlanabilir. Ve en önemli söylediği bu işin uzmanlarınca yapılması gerektiğidir. Nasıl açık kalp ameliyatı için marangoza değil cerraha gidiyorsak finans kararlarını da sadece finansçıların belirlemesi, halkçı kolaylıklara kaçılmaması gerektiğidir. Merkez Bankası elinin serbest olduğunu beyan edebilirse kuru kontrol edebilir.

Bu durumda Türkiye’nin önünde acı bir reçete var: O da katma değerli üretime geçilmesi. Zira Türkiye’nin aklınca en önemli avantajı, ucuz para birimi sayesinde vasıfsız üretimleri ucuza yapabilmesi. Ancak bütün Afrika kıtası, siyasi belirsizliklerini geride bıraktığı gün ülkemizin üretebildiği bütün özelliksiz üretimleri çok daha ucuza yaparak o avantajımızı da elimizden alacaktır.

Bu yüzden belli alanlarda uzmanlaşmak gerek. TL’yi değersizleştirmek uzun vadede bir çözüm değil. Bunun için de eğitimin tamamen tekrar masaya yatırılması gerek, ancak her siyasi görüşten insan için fazla büyük bir yük bu konu.

Sonuç: Coğrafyaya uygun ekonomi gerek. Örneğin Kenya’da üretim yapan oğlum, aynı işi Türkiye’de yaparsa hiçbir avantajı olmazdı. Türkiye’nin de kendi coğrafyasını bir avantaja çevirecek özellikleri geliştirmek için insana yatırım yapması iyi olurdu. Böylece ekonomi terimlerini papağan gibi tekrarlayan ve umut tacirlerine bel bağlayan bir toplum olmayı bırakırdık…

 

 

———————————————————————————————————