Yıllar önce girdiğim sınavlardan birinde bir soru gelmişti ve şöyleydi: Eski edebiyatımızda Ahlak ve Siyaset arasındaki ilişkiyi ahlak kitaplarımızı sınıflandırarak inceleyiniz. Padişahların devlet yönetiminde danıştığı kişilerin en önde geleni olan ‘Alim’ üzerinde durunuz; bunlar arasında öncelikle Siyasetnameler üzerinde durarak açıklamalar yapınız. Tabi günümüz dünyasında bu kavramların yerini tam olarak nelerin karşıladığı oldukça düşündürücü ve bugünün siyasileri acaba Siyasetname yerine ‘Anayasaları’ mı koyuyorlar? Bugün iktidarıyla, muhalefetiyle tüm siyasetçilerin zaman zaman danıştıkları başucu kitapları var mıdır?
Siyasetname Arap, Fars, Hint ve Türk edebiyatlarında devlet adamlarına yöneticilik sanatına ilişkin bilgiler veren yapıtların genel adıdır. Genel olarak hükümdarlar için kaleme alınmış olan siyasetnamelerde onların sahip olması gereken nitelikler, saltanatın koşulları ve kuralları anlatılır. İdeal bir devlet örgütünün nasıl olması gerektiği belirtilir ve kötü yönetimlerin zararlı sonuçları açıklanarak yöneticiler uyarılır. Bir ülkenin siyasal ve toplumsal yaşamını, askeri ve mali örgütlerini yasa ve tüzüklerini, toplumun gelenek ve göreneklerini de tanıtan yapıtlar olan siyasetnameler dinsel temellere de dayanır. Kuran’dan, hadislerden ve tarihten de örnekler gösteren bu tür yapıtlarda, geçmişteki kötü olaylar, zalim, deneyimsiz ve cahil hükümdarların ve vezirlerin yol açtığı felaketler, öyküler ve fıkralar anlatılır.
Osmanlı klasikleri haline gelen bu üç siyasetname şunlardır: Selçuklu veziri Nizam ül Mülk’ün Siyasetnamesi (1092), Kutadgu Bilig (1070) ve Kabusname (1082). Örneğin, Kabusname’de, genel refahı güvence altına alan malın, malı üretenlerin koruyucuları olarak muhafızların ve onları adaletle yöneten hükümdarın teorisinin tamamı özet olarak şöyle ifade edilmiştir; ziraati geliştir ve koru; iyi bir idare silahlı birliklerle korunur, silahlı birlikler altınla beslenir, altın ziraat yoluyla elde edilir, ziraat köylülere ödenmesi gereken şeyin ödenmesiyle, adalet ve doğrulukla ayakta tutulur, bu nedenle adil ve insaflı ol! Bu ifadeden üç tabaka anlaşılır.
İlhanlı Devleti vezir ve filozof Nasreddin Tusi’nin yönetimle ilgili risalesinde ise toplum dört tabakadır. İlki, ulema zümresidir; dinin ve dünyanın muhafazasını garanti eden ilahiyat ve hukuk uzmanları, kadılar, katipler, maliye memurları, geometriciler, astronomlar (ilm i nücum), hekimler ve şairlerden oluşur. Sonra savaşçılar ve muhafızlar gelir. Kalem ve kılıcın birleşmesi istikrar ve genel refahı güvence altına alır. Üçüncü sınıf, herkesin ihtiyaçlarını karşılayan tüccar, esnaf ve zanaatkârlardan oluşur. Sonuncu sınıf, yiyeceğimizi üreten çiftçilerdir. Ancak bu dört sınıfın dengesi ve karşılıklı yardımlaşması siyasi yaşamı emniyete alır. Siyasi prensiplerin bu sıralanışı, Osmanlı devlet adamlarının politika ile ilgili eserlerinde tekrar tekrar göze çarpar. Kronolojik sırayla Katip Çelebi’nin siyasi eserleri, Hasan Kafi’nin Usulü’l Hikem fi Nizami’l Alem (1595-1506) adlı siyasi tezleri örnek gösterilebilir. Bu sentezi oluşturan unsurlar; askeri aristokrasi, askerler, mülk ve tebaa için kullanılan teknik terim, Erkan ı Erbaa (dört rükün, direk) idi.
A.S. Levend’e göreyse Siyasetnameler esas karakter bakımından ahlaki eserler arasında yer alır. Özellikle eski dönemlerde yazılmış bu tür eserlerde Siyasetname konularıyla ahlaki konular iç içedir. Siyasi ve ahlaki konuların temeli dine dayalıdır. Dinin öngördüğü değer yargıları bu konulara yön verir. İyi bir padişahta aranan vasıfların çoğu; adalet, güzel huylar, cömertlik, yumuşaklık, bağışlayıcılık, harama el sürmemek, düşkünlere yardım etmek, sır saklamak, danışmak ve acelecilikten kaçınmak gibi birçok konular aynı zamanda herhangi bir kişiden ve özellikle ailenin reisi olan bir babadan da beklenir özelliklerdir. Diğer bir deyişle padişahta aranan ve istenen niteliklerle birlikte iyi insan olma özellikleri bütün insanlar için de geçerlidir. Bu açıdan bu tür eserler aynı zamanda genel ahlak kitaplarıdır.
Eski Hint-İran nasihat-nâme ve siyasetnâmelerinde devlet, hükümdarın kuvvet ve otoritesinden başka bir şey değildir. Siyaset ise, hükümdarın bu otoritesini koruma ve kuvvetlendirme ve bunun vasıtalarını, yani askeri ve parayı halkın hoşnutsuzluğuna sebep olmadan sağlama yoludur. Halkın huzursuzluğu ve hoşnutsuzluğu, otoriteyi tehlikeye düşüren, fakirliğe yol açan bir durumdur. Hükümdar bundan kaçınmalıdır. Bu da, daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi adil olmakla mümkündür. Bütün bu nasihatnâmelerde ve siyasetnâmelerde hükümdarın sahip olması gereken vasıflar en önemli konuyu teşkil etmektedir. Çünkü önceden açıkladığımız gibi siyaset ahlâka dayanır. Her şeyden önce hükümdar idarede akla ve bilgiye dayanmalıdır. Hint-İran geleneğinde de akıl ve bilgi üzerinde durulmuştur.
XVII. yüzyılda nasihatnamelerde Devlet işlerinde aksamaların meydana geldiğini, ‘ka-nûn-ı kadîm’in bozulduğu aktarılır. XVIII. yüzyılda Nâbî, Hayriyye’sinde Osmanlı Devleti’nin aksayan yönlerini, bozulan toplum yapısını, değişen anlayışları ve insan ilişkilerini eleştirir. 19. yüzyılda ise etkisini iyiden iyiye yitirir. Bugün sanki artık insanların nasihate pek de ihtiyaçları kalmamış gibi. Hele de yöneticilerin… Oysa zaman zaman danışıp, bakındığımız kitaplarımız olsaydı; kerameti kendimizden menkul saymayıp, kerameti bilgide arayıp bulsaydık. Ne güzel olurdu…