Başlıkta gördüğünüz araç belki şaşacaksınız ama ‘otomobil’dir. Hatırlatalım, otomobil sözcüğü ‘auto’ ve ‘mobile’ kelimelerinden türemiştir. Kendinden hareketli anlamına gelir. Resimdeki vasıta da aynen bu tarife uymaktadır.
İlk adı ise ‘fardier à vapeur’, yani buharlı yük taşıyıcısı idi. Bu araca otomobil adının verilmesi için 1890 yılını beklemek gerekti. Fransız akademisi, ancak o yıl kararını vermiş ve ‘otomobil’ olduğunu kabul etmişti.
Otomobilin ‘feminin’ yani dişiliği de (une automobile) 1896 yılında aynı kurum tarafından tescil edilmişti.
Şimdi sıkı durun: resimdeki aracın imalat tarihi 1769; evet 1769! Neredeyse 250 yıl evvel yapılmış. Mucidi ise Fransız Joseph Cugnot. Saatte 4 km hız yapıyormuş ama 15 dakikada bir durup su ilave etmek gerekiyormuş. Hedef o tarihlerde çok ağırlaşan sahra toplarının daha çabuk cepheye taşınmasıymış.
Aynı arabanın değişik modellerini 1801’de İngiltere’de ve 1804’te ABD’de görüyoruz.
Aradan nerdeyse yüzyıl geçer, bildiğimiz kişisel tip ve modeller ortaya çıkar.
Ülkemize ilk otomobillerin gelişi 1895 yılına rastlar.
Gümrük memurları bunları ‘zat’ül-hareke’(otomobilin tam karşılığı) olarak kayıtlara geçirmişler. Belgelere göre, arabalar ‘elektrikle’ çalışıyormuş (yanlış okumadınız elektrik enerjisi ile hareket ediyorlarmış.) Metan gazı ile çalışan modelleri daha sonra gelmeye başlamış. İlk yıllarda epey zorluklarla karşılaşılmış. Bilhassa Arnavut kaldırımdan yapılmış yollar bazen hareketlerine mani oluyormuş. Bir ara ithalat yasağı bile konmuş.
Örneğin 1904 yılında Fransız tütün idaresinin ithal etmek istediği araba, gümrüğe üç sandık içinde demonte halde gelince, gümrük memurları bunun mahrecine iadesine karar vermişler. Dönemin Fransız büyükelçisinin devreye girmesine rağmen sandıklar geri dönmüş.
O yıllardan günümüze kadar otomobilin geçirdiği evreleri anlatmama lüzum yok. Hepimiz biliyoruz ve müzelerde görüyoruz.
Malum olduğu üzere, son günlerde yerli otomobil üretimi gündeme oturdu. Bu vasıtaların, özellikleri, teknolojisi, şekli şemaili, maliyeti hakkında çeşitli görüşler ileri sürüldü.
Naçizane kanaatime göre önce ‘yerli’ sözcüğünün tarifini çok iyi bir şekilde ortaya çıkarmamız lazım. Globalleşen dünyamızda ve bilhassa otomotiv sanayinde, hangi ülkenin yüzde yüz ‘yerli’ üretim yaptığını veya yapabildiğini, sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu bakış açısını ortaya koyduktan sonra, ne üreteceğimize daha kolay karar vermek mümkün olabilecektir.
Örneğin, elektrikle, gazla hatta hidrojenle çalışan otomobiller artık her yerde. Bazı yollar elektrikli araçları hareket halinde iken şarj etme özelliğine kavuşuyor. Sürücüsüz araçlar deneme safhasını aşmış. Uçan otomobiller ise 2020’de piyasaya çıkıyor.
Peki, biz hangi özelliklere sahip bir otomobil imal edebiliriz? Bence yepyeni kavramlar yaratmak lazım… Bu safhadan itibaren hayal kurmaya başlıyorum:
Elektrik olsun, gaz olsun, benzin olsun, tüm bu enerjiler için dışarıya bağımlıyız. Bağımlı olmadığımız iki enerji kaynağımız var: Su ve güneş. Dolayısıyla bu iki enerji kaynağı ile çalışan bir ‘zatü’l hareke’yi gündeme getirmemiz lazım. Hele buharla çalışan bir araç 250 sene evvel yapılmışsa bunu çok daha gelişmişini tasarlamak mümkün olabilir.
Güneş enerjisiyle çalışan arabalar, ise üniversitelerimizdeki talebeler tarafından üretiliyor, Almanya’da neredeyse piyasaya sürülmek üzere. Dolayısıyla bu modelleri daha da geliştirebiliriz.
İkinci önerim: Tekerleksiz araba üretmek. Yerden beş veya on santim yükseklikte, havada kayabilen bir otomobil. (Yollardaki engebeler bizi rahatsız etmez artık!) Mesele, yer çekimini belli bir ölücüde, azaltabilen veya sıfırlayan bir güç kaynağını bulmak.
Üçüncü önerim: Katlanabilen bir otomobil imal edilebilir mi? Düşünün bir yere varıyorsunuz. Bir düğmeye basıyorsunuz. Arabanız normal bir valiz boyutuna geliyor. Yanınıza alıp evinize gidiyorsunuz. Korkunçlaşan park sorunu böylece halledilebilir!
Ve nihayet, ne yaparsak yapalım, arabamızın diğer bütün emsallerinden çok daha ucuz olması lazım. İşte bu safhada, ‘yüzde yüz yerli’ sloganını terk etmemiz daha sağlıklı olur. Arabamızın hangi parçası hangi coğrafyada en hesaplı ve kaliteli imal ediliyorsa, oradan alabiliriz. Hatta arabanın tamamını bile yurt dışında ürettirebiliriz. Esas olan ‘fikrin’ ve ona bağlı planların yerli olmasıdır. Kulunuza göre gerisi detaydır.
Son sözüm, insan hayal edebildiği müddetçe yaşar.