ABD başkanı Donald Trump müttefiklerle arasını açarken, bir taraftan da yeni dostlar edinme peşinde. Bu yıl Kanada’nın Quebec şehrinde düzenlenen G-7 Zirvesinde Trump ile diğer liderleri tartışırken gösteren fotoğraf karesi, sevgililerin ayrılınca ortadan yırttıkları fotoğraflara benzer şekilde müttefikler arasında derinleşen uçurumu gözler önüne sermiş oldu.
“Önce Amerika” ilkesiyle hareket eden Trump’ın, ekonomistlerin ABD ekonomisine olumsuz etkileri olacağına yönündeki uyarılarına rağmen, ABD’ye ithal edilen ürünlere gümrük vergisi koyma ısrarı küresel ölçekte ticaret savaşlarını tetiklemek üzere.
G-7 Zirvesi’ne damga vuran Trump ile Kanada Başbakanı Justin Trudeau arasındaki söz düellosunun yankıları sürerken, ABD ve Kuzey Kore liderlerinin Singapur’daki tarihi buluşması bir anlamda sahne çaldı denebilir.
Zirve sonunda imzalanan anlaşma içeriğine bakılacak olursa, Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılma hedefinin başarıya ulaşıp ulaşmayacağını söylemek zor. Oldukça muğlak bir takım taahhütler içeren anlaşma belgesi, bu sözlerin ne şekilde hayata geçirileceğini gösteren herhangi bir zaman çizelgesi sunmaması ve özellikle Kuzey Kore’nin nükleer silahsızlanma sözünün uluslararası kurumlar tarafından ne şekilde denetleneceğine dair ayrıntılar içermemesi sebebiyle oldukça eleştirildi. Her halükarda geçen yıl bu aylarda iki lider arasındaki tweet dalaşının dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getirdiği hatırlanacak olursa, Singapur’daki buluşmanın en azından bu riski belli ölçüde azalttığı söylenebilir. Ancak zirvenin başarısı önümüzdeki dönem karşılıklı atılacak adımların neticesine bağlı.
Singapur’daki görüşmenin demokrasi, insan hakları ve nükleer silahsızlanma konusunda bir hayli kötü sicile sahip Kuzey Kore’nin uluslararası arenada prestijini ve görünürlüğünü artırarak, ülkeye meşruiyet kazandırdığını da kabul etmek gerek. ABD Başkanı’nın liberal demokratik düzeni ayakta tutmak amacıyla yıllar yılı dayanışma ve işbirliği içinde hareket ettiği müttefiklerini yerden yere vururken, otoriter liderleri öven yaklaşımı haliyle eleştiriliyor. Nükleer silah sahibi olmayı başarmış Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un Trump ile aynı masaya oturabilmiş olmasından İran’ın da kendine göre dersler çıkarması muhtemel.
Zirveyle ilgili bir başka önemli nokta, alınan kararların bölgesel güç dengelerini nasıl etkileyeceği. Trump’ın Kuzey Kore’nin nükleer silahsızlanma sözü karşılığında, Güney Kore ile askeri tatbikatları durduracağını açıklaması -ki bu açıklamanın Seul ile görüşülmeden açıklandığına ilişkin iddialar var- ABD’nin bölgedeki müttefikleri açısından oldukça kaygı verici bir çıkış. Trump’ın “fazlasıyla masraflı” olarak nitelediği ulus ötesi askeri kuvvetleri geri çekme ihtimali, Çin’in nefesini ensesinde hisseden başta Japonya ve Güney Kore olmak üzere ABD’nin bölgedeki dostlarını kendi başlarının çaresine bakmaya itiyor.
Bugün ABD’nin Güney Kore’de 32 bin, Japonya’da ise yaklaşık 50 bin askeri bulunmakta. Dahası, II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşma uyarınca Japonya savunması ABD’ye delege etmiş durumda. Ülke içinde yeniden milli ordu kurulması yönündeki tartışmalar son gelişmeler ışığında güç kazanacağa benziyor.
Hafızaları tazelemek gerekirse, Trump’ın başkanlığa gelir gelmez ilk icraatı Trans Pasifik Ticaret Anlaşması’ndan çekilmek olmuştu. ABD’nin Asya-Pasifik’ten çekileceği yönündeki algıyı güçlendiren gelişmeler, müttefikleri alternatif ittifaklar kurmaya, bir taraftan da Beijing ile mevcut tansiyonu düşürecek adımlar atmaya teşvik etmekte. Japonya, Hindistan ve Avustralya arasında gelişmekte olan stratejik işbirliği bu açıdan önemli. Çin Dışişleri Bakanı’nın geçtiğimiz nisan ayında Tokyo’ya yaptığı ziyaretin ardından, tam yedi yıl aradan sonra iki ülke arasında Yüksek Düzeyli Ekonomik Diyaloğu’nun yeniden başlatılması da aynı şekilde düşündürücü, özellikle Çin ile Japonya’nın Güney Çİn Denizinde Senkaku/Diaoyu adacıkları sebebiyle aralarındaki ihtilaf sürerken…
Zirveye dair önemli olan bir diğer nokta ise, Singapur’da Trump’ın pazarlık koşulu olarak masaya sürdüğü önerinin -Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan vazgeçmesi karşılığından ABD’nin bölgedeki askeri tatbikatları durdurması- aslında geçen yıl Çin tarafından ortaya atılmış olması. Elbette, Kuzey Kore’nin müzakere masasına gelmesinde, Çin’in Pyongyang’ın belini büken ekonomik yaptırımlara verdiği desteğin payı büyük. Ancak diğer taraftan, ABD’nin bölgeden çekilmesinden en çok memnun duyacak olan ülkenin Çin olacağını tahmin etmek güç değil.
Elbette, konu bahis Başkan Trump olunca bir sonraki hamlesini tahmin etmek oldukça zorlaşıyor. Milli Stratejik Güvenlik Belgesinde ABD’ye meydan okuyan güçlerden biri olarak nitelenen Çin’e Pasifik’te manevra alanı açabilecek kararlar ile Trump yönetiminin yine Çin’den ithal edilen 200 milyar dolarlık ürüne yüzde 10 vergi koyma hamlesini bağdaştırmak kolay değil. Net olan bir şey varsa, o da Trump’ın tehdit edici üslubuyla dostlarını kendinden uzaklaştırdığı ve “önce Amerika” ilkesiyle uygulamaya koyduğu kararlar ile liberal demokratik düzenin altını oyduğu. Belli ki Başkan Trump milli çıkarlardan ziyade ara seçimlere yatırım yapmayı tercih ediyor. İronik bir şekilde dünya çok kutuplu sisteme doğru ilerlerken, Amerikan liderliğine alternatif aktörleri de güçlendiriyor.
Bu bağlamda, Çin’in otoriter yönetimine rağmen, ABD’ye kıyasla küresel ekonomiyi daha çok sahiplenen, uluslararası normlara ve kurumlara sahip çıkan duruşu üzerine düşünmeye değer.