Çok isterdim başka bir konuyu yazmayı bu hafta ama yine ve yeniden bir seçimin arifesindeyiz. Oysa mesela Soyadı Kanunu’ndan ya da Amasya Genelgesi’nden filan söz etmek istiyordum ama ne mümkün aklım, fikrim ve de zikrim seçimden, seçmekten başka bir şey düşünemez ve de yazamaz halde. Neden bu kadar önemsiyorum seçimi? Her Türk vatandaşı gibi kendimce nedenlerim olmakla beraber ilk ve ikinci seçimlerimizi, 1946 ve 1950 seçimlerini; çok partili hayata geçişimizin kısa bir öyküsünü hatırlatmak istiyorum. Sizlerle ilkleri paylaşırken malum son seçime neredeyse bir haftadan az bir zaman kalmış olacak. Ve tabiidir ki ilklerden söz ederken Cumhuriyet Halk Partisi’nden ve Demokrat Parti’den başlanır. Eşyanın tabiatına ters bakmak adetim olduğundan Demokrat Parti’den başlayacağım.
Demokrat Parti 1946 yılının ocak ayında kuruldu ve aslında kadrolarını Cumhuriyet Halk Fırkası doğurdu. İki parti ile çok partili hayata geçmeye çalışırken yaşanan sancıların başında ise daha örgütlenmesini tamamlamadan seçime katılmak zorunda kalan Demokrat Parti’nin seçime katılmak zorunda kalışı vardır. Malum baskın seçim bizim memleketin genetiğinde var diyebiliriz. Çünkü 24 Haziran 2018 seçiminin kararı da meclisçe sadece 18 Nisan’da alındı hatırlarsanız. Bu topraklar acele işleri pek sever.
Ancak kazın ayağı öyle olmayacak, aradan geçen dört uzun ve tartışmalı yıldan sonra CHP ve DP’nin uzlaşılarıyla seçim kanunu 16 Şubat 1950 tarihinde yeniden düzenlenecek ve tek dereceli, eşit ve gizli oy, açık tasnif ve her ilin bir seçim çevresi kabul edildiği; çok oy alanın seçildiği bir sisteme girilecekti. Oysa 1946 seçimleri açık oy, gizli tasnif yöntemiyle iktidarın yeniden seçimleri kazanmasını kolaylaştırmıştı.
CHP, 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanacağına emindir ve seçim kararı 21 Mart’ta alınır. Çünkü aslında seçim hazırlıklarına 1949’da Şemsettin Günaltay’ı başbakan olarak atayarak başlamıştı. Günaltay, İslamcı çizgide, Sebilürreşad Dergisi’nin önde gelen yazarlarından biri olmuş, CHP’nin daha sonra da halka yakın gözükme adına seçtiği bir isimdi.
Cumhuriyet ve Atatürk Devrimleri modernleşme, muasırlaşma, çağdaşlaşma amacı taşıyan bir toplumsal mühendislik projesiydi. Bu devrimlerin ayaklarından biri de Halkçılık’tı. Ziya Gökalp’le başlayan ‘Halka Doğru’ gitmek sonrasında ise Halkçılık 1932-1942 yılları arasında kurulan Halkevleri, halkodaları; devlet güdümlü, merkezileştirici amaçlar taşıyordu. Öte yandan bu projeler halk arasında aydın kesime ve tek parti uygulamalarına karşı ciddi bir antipati yaratmıştı. Aydınlar, ‘Halk için Halk’a Rağmen’ anlayışları yüzünden yıllarca uzağında yaşadıkları halkın kim olduğunu maalesef fark edemediler. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanında Kurtuluş Savaşı’nı üst üste yapılan savaşların bir devamı olarak gören Türk köylüsü anlatılır. İşin acayibi Karaosmanoğlu da köye ve köylüye dünyaya düşmüş bir Marslı edasıyla yaklaşır.
Yine dönelim Günaltay’a… Şemsettin Günaltay, Demokrat Parti tarafından din düşmanı, gelenek katili olarak lanse edilen CHP’nin can simidi olacaktır. Ve işin ilginç yanı CHP’nin yine genetik mirasına sadık kalarak 2014 seçimlerinde aday gösterdiği Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kariyerinin Günaltay ile ortak müthiş benzerlikler taşıdığını görebiliriz. Günaltay yine CHP adına İmam Hatip Lisesini, Ankara İlahiyat Fakültesini ve 30 Kasım 1925’te kapatılan Tekke ve Zaviyelerin açılmasını 5 Mart 1950’de; seçimden iki ay önce; mecliste ezici bir çoğunlukla kabul ettirir. Yeni yasayla türbelerin bir bölümünün Milli Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına olanak sağlandı ve sırayla İstanbul’da Koca Mustafa Reşit Paşa Türbesi, ardından Gazi Osman Paşa Türbesi, Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi, Kanuni Sultan Süleyman Ve Yavuz Sultan Selim’in Türbeleri; Bursa’da ise Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin türbeleri ve Yeşil Türbe açıldı. Mimar Sinan’ın, Fatih Sultan Mehmet’in türbesi; içinde Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid’in de yatmakta oldukları II. Mahmut Türbesi, Bolayır’da Şehzade Gazi Süleyman Paşa, Kırşehir’de Âşık Paşa, Konya’da Selçuklu sultanları, Akşehir’de Nasreddin Hoca türbeleri gençliğin milli ve manevi değerlere bağlılığını vurgulamak adına açılmıştır. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu, tarihimizi oluşturan bu isimlerin türbelerinin kapatılmasını adeta halkın değerlerine düşman politikalar olduğunu ifade ediyordu. İnönü ve hükümeti bunlarla da yetinmez 1946’da Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan sıfatları kaldırılır. 1947’de Sendika Kanunu çıkarılır. İşin ucunda ciddi seçim hesapları vardır. Ne de olsa zamanın ruhunu yakalayan seçimi kazanır.
Nitekim olanlar olur ve daha önce demiştik; CHP, Demokrat Parti’yi doğurdu. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu sırasında partilerini ciddi biçimde eleştiren Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Emin Sazak’ın gruplarına verdikleri ‘Dörtlü Takrir’ adlı önergeleri reddedilince sert eleştirilerine devam ederler. Bu tavırları partiden ihraçlarına neden olur belki ama yeni bir siyasi partinin de doğuşunu hızlandırır. Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da kurulur. Aynı yıl 21 Temmuz’da girdiği seçimlerde CHP’nin 395 sandalyesine karşın 66 sandalye çıkarabilen DP; 1950’de ise ezici bir başarıyla 416 milletvekili; CHP ise 69 milletvekili çıkarır.
DP, özel girişimi destekler, bürokrasiden sıkılan eşraf ve köylüleri rahatlatacağına söz verir; “köylüye hizmetler getireceği, köylünün gündelik sorunlarını siyasasının gerçek konusu olarak ele alacağı, Türkiye’yi bürokrasiden kurtaracağı ve dinsel pratiği liberalleştireceği konusunda da söz verir”. Demokrat Parti dindardır. Bu süreçte ve sonrasında ise CHP, gitgide bürokrasiyi sahiplenir ve adeta laikliğin bekçisi konumunu üstlenir.
Geçmişten bugüne gelen tüm siyasal partileriyle, ilk ve sonraki seçimleriyle, unutulan ya da hatırlanan kampanyalarıyla, siyasetçileriyle, tartışmalarıyla, 24 Haziran 2018 seçiminin ülkemize huzur, barış, dirlik ve düzen getirmesini tüm kalbimle diliyorum. Sözümü Demokrat Parti’nin 1950 kampanya mottosuyla tamamlayacağım: “Yeter Söz Milletin”…
————————————————————