19 Mayıs tarihinde 101 yaşında vefat eden tarihçi Bernard Lewis’i, 1995 yılında Tel Aviv Üniversitesinde yaptığı konuşmada dinlemiş, sonrası kendisiyle Türkçe konuşmuştum. Benim için önemli bir tanışma olarak nitelendirdiğim bu karşılaşmamamızda Ermenilerin kendisini mahkemeye verişini sormuş ve ‘Tarihte Araplar’ kitabını imzalatmıştım.
Arap, İslam ve Türk tarihini derinlemesine bilen, bölgenin dillerine vakıf olan Lewis’e Suriye’de bir din adamı “İslam’ı bu kadar iyi biliyorsun, neden Müslüman olmuyorsun?” diye sormuştu. Konuşmalarında hadislere bir İslam âlimi kadar vurgu yapan Lewis’in, uzmanı olduğu alanlar arasında Türkiye tarihi de vardı. Nitekim 1950 yılında Osmanlı arşivlerine girip çalışan ilk Batılı araştırmacılar arasında yer almıştı.
Kanımca Türkiye üzerine en kapsamlı ve sofistike kitap olan ‘Modern Türkiye’nin Doğuşu / The Emergence of Modern Turkey’ 1961 yılında basılmıştı. Ancak Lewis kitabın ilk baskısında Ermeni meselesini ‘Holokost’ kelimesiyle tanımlamasına rağmen bu ifade Türkçeye çevrilmesini engellememiş fakat sonraki baskılarında katliam kelimesini kullanarak bu konuyu daha derinlemesine analiz ettiğini göstermişti. 1985 yılında Amerikan Kongresinde Ermeni iddialarını soykırım olarak nitelendirenlere karşı, New York Times ve Washington Post gazetelerinde çıkan dilekçeyi imzalayanlar arasında yer alan Lewis daha sonra meseleyi İngiltere ve Rusya ile işbirliği içindeki Ermenilerin isyanı olarak tanımlamıştı. Bu açıklamalarının sonucu olarak Fransız mahkemesince sembolik olarak 1 Fransız Frank’ı cezaya mahkûm edilen Lewis’in mahkeme masraflarını Fransa’da Türk büyükelçiliği ödemeyi teklif etmiş ancak kendisi bu teklifi reddetmişti.
15 farklı dilde eser
Türk dostu olarak niteleyebileceğimiz Bernard Lewis hayatı boyunca 15 dil ile uğraşıp 33 kitap yazmıştı. İlk başlarda İsrail’e belki de Arap dünyasının kendisine kapıları kapamaması için mesafeli duran Lewis, 1980’den itibaren Tel Aviv Üniversitesinde yılın belirli zamanlarında ziyaretçi araştırmacı olarak çalışıyordu.
1916 yılında Londra’da doğan Bernard Lewis çocukluğunda Maidenhead adlı kasabada yaşamıştı. Ailesinin bir kısmı Rusya’dan İngiltere’ye 19. yüzyıl sonlarında göç eden Lewis’in emlakçı olan babası siyasi tercihini sınıfsal bir açıklamayla yapacak, Liberal Parti’ye oy vermelerinin sebebini İşçi Partisi’ne göre çok paraları olmasına, Muhafazakâr Parti’ye göre ise az paraları olmasına bağlayacaktı.
İlk öğrendiği yabancı dil Fransızca olan genç Bernard, kitap toplamaya başlıyor ve babası tarafından alınan Britannica Ansiklopedisini okuyordu. Babasının sabahları opera söylemesi kendisini İtalyanca öğrenmeye teşvik etmiş ve sonraları Osmanlı tarihi çalışırken İtalya-Osmanlı ilişkileri açısından bu dilin faydalarını görmüştü.
İbranice’den doğan aşk
13 yaşında bar mitzva’sı yapılan Lewis’in 16 yaşına geldiğinde İbranicesi her ne kadar konuşacak birini bulamasa da, oldukça iyi seviyeye ulaşıyordu. Bu eksikliği kapatmak için gençlerle İbranice konuşma grubu oluşturuyor ve burada da ilk kez bir kıza aşık oluyordu. Aynı yıl Karlsbad’ı (günümüzde adı Karlovy Vary) ziyaret ettiğinde İbranicenin önemli şairi Haim Nahman Bialik ile büyük bir coşkuyla tanışıyordu.
Londra Üniversitesine bağlı SOAS’tan tarih derecesini alan tarihçi o yıllarda üniversitede tanıştığı bir kızdan Yidiş öğreniyordu. Hocaları arasında ise en çok Sir Hamilton Gibb’den etkileniyordu. O dönemde Arapça ve Türkçe öğreniyor ve aynı zamanda hukuk eğitimi de alıyordu. Tezini İsmaililer üzerine yazmak istediğini söylediğinde hocası Gibb kendisinin bu konuda yetkin olmadığını söyleyerek Louis Massignon ile çalışmasını öneriyor. Böylelikle Lewis 1936’da Paris’e gidip Massignon ile çalışmaya başlıyordu ancak Fransız akademisyen Lewis’in hem İngiliz hem Yahudi olmasından dolayı kendisinden pek hoşlanmıyor ve mesafeli davranıyordu. Öbür taraftan Paris’te daha çok öğrencisi olduğu Adnan Adıvar’dan etkileniyordu. 1937 yılında ise bir bursla önce İskenderiye Limanına giden Lewis sonra Kahire’ye geçip oradaki Amerikan Üniversitesinde dersler alıyor, böylelikle bilimsel olarak çalıştığı Ortadoğu bölgesini ilk defa görme imkânına kavuşuyordu.
Daha sonra İngiliz yönetimindeki Filistin mandasında ailesi ile buluşup, Lübnan ve Suriye’yi geziyor ve ilk kitabını, doktora tezine dayanan İsmailiğin kökenleri üzerine 1940 yılında basıyordu. Lewis’in SOAS’ta akademisyen olarak çalışırken İngiltere’de Ortadoğu tarihi üzerine ders veren en önemli tarihçiler arasında yerini almasının sebebi o güne kadar ya Arapça bilmeyen tarihçilerin ya da sadece Arap dili uzmanlarının bu konuda ders veriyor olmasına bağlamak gerekir. 1949 yılında profesör olduktan sonra İstanbul’a geliyordu. Arap ülkelerine o senelerde gitmesi, vize başvurularında din hanesi sorulduğu ve Yahudi kökenlilere vize verilmediği için pek mümkün olmuyordu. Bu uygulama daha sonraları değiştirilse de Türkiye’yi seçmesinde o dönemin uygulamalarının etkisinin de olduğu söylenebilir. Bir akademik yılı Türkiye’de geçirirken, İsrail ve İran’ı ziyaret eden Lewis aynı zamanda Türkiye’de barışçı yollardan iktidarın değiştiği 1950 seçimlerini gözlemleme imkânına sahip oluyordu.
1974’te İngiltere’den ayrılıp Amerika’ya yerleşen tarihçi Princeton Üniversitesinde emekli olduğu 1986 yılına kadar çalışmaya devam ediyordu. O tarihte artık yürürlükte olmayan 70 yaşında mecburi olarak emekli olma şartı kendisine emekli olduktan sonra da yoğun bir şekilde yayınlarına devam etme imkânı veriyordu.
Hem ABD hem İngiltere’de yaşamış olan tecrübeli tarihçi öğrencilere verdiği tavsiyede onları üniversite lisans eğitimlerini İngiltere’de, doktoralarını ise Amerika’da yapmaya yönlendiriyordu.
Türkiye’de aldığı ödüller
1996 yılında Ankara Üniversitesinden fahri doktora alan Lewis’e aynı zamanda İsrail’deki başlıca üniversitelerin hepsinden fahri doktora unvanı verilmişti. Her ne kadar “medeniyetler çatışması” sözünü Samuel Huntington 1990’lı yıllarda popülerleştirmişse de, bu kavramı ilk defa 1957’de Johns Hopkins Üniversitesinin Uluslararası İlişkiler Okulunda (SAIS) ifade eden Lewis olmuştu. Ayrıca Atatürk Ödülünü 1998 yılında alan Lewis, İbranice ve Türkçe’den tercümeler de yapmıştı.
Ortadoğu çalışmalarında son derece etkili olan Filistinli Edward Said ile çatışması da dikkat çeken Lewis, Said’in cehaletini tarih bilgisi üzerinden yüzüne vuruyordu. Temel argümanlarından biri de Oryantalist çalışmaların Avrupalıların değil Müslümanların güçlü olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda başladığı, dolayısıyla bunları Avrupa emperyalizminin aracı olarak nitelemenin tarihi olarak mümkün olamayacağını vurgulamasıydı. Ayrıca kendisinin de kurucuları arasında olduğu akademik bir Ortadoğu çalışmaları derneği olan MESA’nın zamanla Edward Said’in etkisine girdiği gerekçesiyle ona karşı ASMEA adlı başka bir dernek kuruyor ve başkanlığını yürütüyordu. Ancak gene de günümüz Amerikan akademik dünyasında özellikle Ortadoğu çalışmalarında Said taraftarlarının hâlâ çok güçlü olduğunu kayda geçmekte fayda var.
Tanıştığı siyasetçiler arasında uzun yıllar Atatürk’ün dışişleri bakanlığını yapmış ve sonra Londra Büyükelçisi olan Tevfik Rüştü Aras dışında daha gençlik yıllarında İngiltere’den tanıdığı geleceğin İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban da bulunuyordu. Bunlar dışında Turgut Özal, Ürdün Kralı Hüseyin, İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ve Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile ilişkileri vardı. 1971 yılında İran’da yapılan hanedanın 2500. yıl görkemli törenlerine de katılanlar arasındaydı. Öbür taraftan, Mısır’ın milliyetçi lideri Cemal Abdül Nasır ile kısaca tanışan Lewis, 1970 senesinde Enver Sedat’ın danışmanlarıyla yaptığı görüşmelerde Mısır’ın barışa hazır olduğunu izlemine kapılıyor ve İsrailli liderler Golda Meir ve Moşe Dayan’ı ikna etmeye çalışıyordu. Ürdün Kraliyet ailesiyle de yakın olan Lewis, Kral Hüseyin 1999’da öldüğünde cenazesine katılıyordu. 1993’te Beyaz Saray’da İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında imzalanan prensipler anlaşması töreninde Türk büyükelçinin yanında oturması da aslında Türkiye’ye olan özel bir ilgisinin sonucu olarak Amerikan protokolünün bilinçli bir kararı olabilir.
Dick Cheney ve George W. Bush ile zaman zaman görüştüğü için 2003 Irak Savaşını teşvik ettiğine dair iddiaların bulunmasına rağmen, bu savaşa karşı olduğunu yazılarında belirtmişti. Kendisini Usame bin Ladin’in meşhur yaptığını da vurgulayan Lewis, söz konusu kişinin ifadelerini İngilizceye tercüme ederek dikkatleri üzerine toplamıştı.
Şahsi kimliğine baktığımızda kendisi dindar olmasa da domuz eti yememesini bir kimlik meselesi olarak tanımlayan Bernard Lewis yazının başında bahsettiğim konuşmasında kutsal kitaplardaki hikâyeleri mitoloji olarak nitelerken birçok kişiyi şoke ediyordu. Sonuç olarak arkasında sayısız kitap ve makale bırakan Lewis’i okumadan Ortadoğu’yu anlamanın mümkün olmadığını kabul etmek gerekir.
Okuma önerisi
Bernard Lewis’in Hatıratı. Notes on a Century: Reflections of a Middle East Historian.