- Bu resmi okul panosundan kaldırttınız fakat unutmayın ki bu milletin düşüncelerinden onları kaldıramaz ve atamazsınız!
- Biz de okul panosundaki her söze katılıyoruz: “Yahudi korkaktır, o ancak mazlum insan öldürmeyi bilir!”
Geçtiğimiz hafta seçim nedeniyle toplumumuz fertlerinin bulunduğu iki ayrı okulun sınıflarında fark edilen antisemit panoların, toplum yönetiminin şikâyeti üzerine Milli Eğitim Bakanlığı tarafından incelemeye alınıp, ardından da kaldırılması, birilerini öylesine kızdırmış olacak ki yukarıdaki tweetleri yayınlamakta gecikmediler. En az bu antisemit panolar kadar acı ve düşündürücü olanı ise bunca zaman okullarda bulunan panoların ne öğretmenler ne veliler ne de oy vermeye gelen farklı vatandaşlardan değil de yine Türk Yahudi Toplumu bireyleri tarafından fark edilmesiydi. Çocuklarımıza, gençlerimize kimlik bilinci aşılaması gereken, özellikle de tarih derslerinin öncülüğünde aynı konuya farklı yönlerden de bakılmasını, sorgulama yapılmasını öğretme görevi olan kimi okullarımızın ve öğretmenlerinin bu antisemit panoların bulunduğu sınıflarda ders verdiklerini gözlemlemek, duyarlı olan her insanımızı dehşete düşürdü. Demek ki yıllarca okul sıralarında “denize dökülen düşman” olarak gördüğümüz Yunan’ın yanına aradan geçen on beş senede bir de “Yahudi” eklemiştik.
Toplum olarak iki haftadır okuduğumuz haberlere inanmakta güçlük çekiyoruz. Ardı ardına önce Sakarya’nın Sapanca ilçesinde dört ayağı kesilmiş köpeğin acısını unutmamışken, bu hafta da çocuk yaşlarda katledilen Leyla ve Eylül’ün acı haberini içimiz kan ağlayarak okuduk. Peki, tüm bu olaylar yaşanırken, acaba eğitimin en temel amacı olan ‘İyi insan yetiştirme’ konusunda son yıllarda bir yerlerde hata yapıp yapılmadığını hiç sorguluyor muyuz? Daha okul sıralarından ötekiyi görmeden vicdan ve sorgulama eksikliği ile yetişen kimi gençler, yetişkin birer birey haline geldiklerinde sürüye katılıp sadece kendi doğrularının olduğu bir dünyayı kabul ettirebilmek için, her türlü etnik, dini, milli kökeni durum nasıl gerektiriyorsa hedef almakta sakınca görmüyorlar. Eğer bu ülkede farklı düşünüyor, farklı inanıyor ve farklı yaşıyor diye insanlar tehdit ediliyor, öldürülüyor ve adalet sessiz kalıp, birileri içten içe buna alkış tutuyorsa daha çok şaşırıp “Bunu yapan bizim insanımız mı?” diye soracağımız haber okuyacağız demektir. Bundan tam 25 yıl evvel Madımak Otelinde katledilen 35 canın neden öldüğü sorgulanmaz, failleri adalet önüne çıkarılmaz ve yaşanan onca acıdan sonra barış dili en başta okullarımızda hâkim kılınmazsa eğer bu topraklarda kötünün iyiliğe galip gelmesini daha çok görecek ve gittikçe kendimize yabancılaşacağız.
Belli bir kesimin desteğini arkasına alıp kendilerini ‘ifade hürriyeti’ kisvesi altında koruma altına alıp nefret dili yayınlama görevi üstlenen malum gazetenin her geçen gün toplumu kutuplaştırmak için gösterdiği gayreti, şimdiye kadar barış ve kardeşlik dolu bir Türkiye için gösterseydik eğer, bugün her kesimin kendini ifade edebildiği ve saygı dolu bir ülkede yaşayabilirdik. Ama olmadı! Geçtiğimiz yıl Onuncu Yıl Marşı’na dil uzatan zihniyet seçimin hemen ertesinde bu kez de İzmir Marşı’na çalıntı diyerek dil uzatmakta gecikmedi. Demokrasiler çoğunluğun değil de azınlığın haklarının korunması için varsalar eğer birilerinin artık bu kutuplaştırıcı söylem ve eylemlere dur demesi için geç kalmadık mı?
Yukarıda verdiğim örneklerin tümünü engellemenin tek çaresi okul sıralarından iyi insan yetiştirmek ile mümkün olabilir. Her türlü nefreti, ötekileştirici söylem ve düşmanlığı gencecik beyinlerimizden uzak tutabilir ve barış dilini daha okul yıllarından aşılayabilirsek eğer ancak o zaman geleceğe dair bir tutam umut ışığını saklayabiliriz. Yetkililere okullardaki antisemit panolara müdahale etmelerinden dolayı teşekkür ederken, dileğim konunun bir dönemsel bir müdahale olarak kalmadan, öğretmenler ve okul idareleri düzeyinde sürekli takibinin devam etmesidir. Nefretin dilinin yerini barışın aldığı bir dönem dileğiyle…