Geçenlerde bir yakınımızı sonsuzluğa uğurluyorduk. Bu ayaküstü bekleyiş sırasında, ölümün ve yaşamın anlamı üstüne yapılan söyleşiler sürüp giderken şunu düşündüm: Son görevimizi yapmak için her toplandığımızda, birçoğumuz o kısa zaman dilimi içinde birer düşünür kesiliyor, hayatı, hayatımızı sorgulamaya başlıyoruz. Dağıldıktan bir süre sonra, her zaman olduğu gibi, yoğunlaştığımız ölüm düşüncesi kafamızdan siliniyor, günlük sorunlarla boğuşmayı sürdürüyoruz. Belki de diyorum, iyi ki bu düşüncelerin ağırlığından kurtuluyoruz; yoksa yaşam gerçekten çekilmez olurdu.
Aslında doğanın zaman saati, dünyanın varoluşundan bu yana, hiç aksamadan çalışmasını sürdürüyor. Saniyelerden dakikalara, saatlerden günlere ve yıllardan yıllara… Yeniden doğuş inancı olanlar, ölümsüzlük düşü kuranlar bir yana, hiç kimse ölümle noktalanan bu döngünün dışına hiç çıkamadığı gibi bu gerçeği kanıtlamaktan başka bir şey yapamamışlar.
Yeri geldiğinde yazmış, söylemişimdir:
Bana göre hayatın biricik gerçeği ölümdür! Sezgilerimizin dışında gördüğümüz, bildiğimiz, yaşadığımız ölüm!
On sekizinci yüzyıldaki bir San Francisco Manastırında bulunan güneş saatinde, Latince şöyle bir yazı yer alırmış: “Her geçen dakika seni yaralar ve sonuncusu öldürür.”
Saatler yalnızca ilerleyen zamanı değil, aslında hayatımızdan eksilen günlerini gösteriyor. Manastırdaki yazı her ne kadar ölüm olgusunu çarpıcı sözcüklerle yüzümüze vuruyorsa da, aslında değişmeyen bir gerçeği vurgulamış oluyor. Ünlü düşünür Montaigne’in söylediği gibi, daha doğduğumuz anda ölüme doğru yol almaya başlıyoruz. Akrep ve yelkovanlar yer değiştirdikçe, bu gerçeği saatlerde somut olarak izliyor, ama bunun bilincine ancak ileri yaşlarda varabiliyoruz. Nedeni sona yaklaşmanın tedirginliği mi, yıllar boyu yaşadığımız deneyimler mi, kim bilir!
Her saatin yirmi dört dilimi, hem bir son hem de bir başlangıçtır. Ünlü İngiliz şairi T.S. Eliot’un dizelerinde dile getirdiği gibi:
“Bizim başlangıç dediğimiz şey, genelde sondur.
Ve bir son yaratmak, başlangıç yaratmaktır.
Son, başladığımız yerdir.”
Bizim için birer bilmece gibi görünen bu dizeler, belki de doğanın temel bir gerçeğini ortaya koymaktadır.
Fernando Savater, Oğluma Ahlak Üstüne Öğütler’inde ölümün anlamını sorgularken, öte dünyadaki bir yaşamın onu hiç ilgilendirmediğini söyler. En önemlisi der, ölümden önce iyi bir yaşamın olup olmadığıdır. Yalnızca hayatta kalma ya da sürekli ölüm korkusunun ötesinde iyi bir yaşam!
Doğanın zaman saatini durdurmak elimizde olmadığına göre, iyi yaşadım diyerek, bu hayata gözlerini yumanlara ne mutlu!