İşten çıkıp arabaya bindiğimde hemen TRT1 radyoyu açarım. Sık sık karşıma, 4-5 dakika süren, ‘Kelime Ağacı’ adlı bir program çıkar. Sunucu kelimelerimizin nasıl oluştuğu hakkında bilgiler verir. Bazen bir dedektif hikâyesi dinlediğiniz hissine kapılırsınız…
Kulunuz da bundan ilham alarak, eğlenceli bulacağınız ümidiyle bir denemeye girişeyim dedim. Günlerimiz ve ayların anlamlarını sizinle paylaşmaya çalışacağım.
Ama önce ‘hafta’ dan başlıyayım. Farsçadır ve ‘yedili’ anlamına gelir.
Eh, haftayı Farsça tanımladıktan sonra, ilk gününün de aynı lisandan alınması kadar doğal bir şey olamaz. İlk gün ‘pazar’dır.
Hemen çıkaracağınız gibi Farsça ‘bazar’dan almışız (alışveriş yapılan yer demek).
Genellikle orta doğuda pazar, haftanın ilk günüdür. (Lütfen İbrani takvimine göre de pazara ‘Yom-Rişon’, yani birinci gün dediğimizi hatırlayın.)
Geçmişte o gün alışverişe çıkılır, herkes en iyi elbiselerini giyer ve ‘pazara’ giderlermiş. Orada hem yemek yerler hem de eğlenirlermiş. Bekâr erkekler ve kızlar için de kısmet arama mekânları imiş. (Bu kelimeleri yazarken, aklıma her nedense 50’li yılların Beyoğlu manzaraları takıldı.)
Pazartesi, malûm. Pazara Türkçe –erte- kelimesi ilave edilince, terim ortaya çıkmış oldu.
‘Salı’ daha ilginçtir. Haftanın üçüncü günüdür. İki yorum var: ilkine göre Farsça ‘se’( tavlacılar bilir), yani üç kelimesinden türemiştir. Diğerine göre ise İbranicede ‘şaloş’ (o da üç demek) sözcüğünden gelir. Seçimi size ait, ama Farsçayı daha yakın görüyorum. Zaten günlerin devamı da sanki bunu teyit ediyor.
‘Çarşamba’, Farsça jahar (dört) ve şembi (gün) den türemiş. Yani, dördüncü gün demektir. Gayet açık.
Eh, perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu atasözüne uyarak, onu da Farsçadan almışız. Penç- şembi: basitçe ‘beşinci gün’. İster istemez ‘pençe’ kelimesinin de Farsça olduğunu anlıyoruz (beş parmağımız var, unutmayın!).
Tavlacılar fazla sevinmeyin! Arkadan ‘şeş şembi’ diye bir gün gelmiyor. Arapça bir kelime geliyor… ‘Cuma’, lügat anlamı ‘toplanmak’tır. Eskiden cem ve ceman kelimelerini çok sık kullanırdık. .
Haftanın son gününe ‘cumartesi’ denmesi gayet olağan görünüyor. Yine coğrafyamızda bu gün, pazara hazırlık için bir nevi dinlenme ve düşünce günü olarak kabul edilirdi. Pazara ne götüreceğiz, malımızı nasıl satacağız, kiminle karşılaşmak veya görüşmek isteriz, özetle bir bilanço ve planlama zamanıdır.
Aylarımıza gelince… Bendenize göre, anlamları, günler kadar renkli değil ama neticede ilginç bir tablo ile karşılaşıyoruz.
Ocak ayının eski adı Kanuni-sani idi. Soğuk aylarda ailenin veya bireylerin bir ateş etrafında toplanmalarını anımsatır. Bugün için pek anlamı kalmadı ama yine de nostaljik bir hava veriyor.
‘Şubat’ kelimesi, buram buram Orta Doğu yani Mezopotamya kokuyor! İbranice, Süryanice ve Aramicede Şevat deniyor, belki başka aklıma gelmediği diğer lisanlarda da. Atalarımızın Şevat ismini Babil sürgünü sırasında Akatça’dan aldıklarına dair belgeler vardır.
Mart, antik Yunan mitolojisinde, savaş tanrısı Mars’ın adıdır. Bahar’ın müjdecisi ama aynı zamanda savaş hazırlıklarının yapılmaya başlandığı aydır. Roma takvimine göre de mart senenin ilk ayıdır.
Nisan da Mezopotamya kokuyor. Asur/Babil kökenlidir. Asur ve İbrani dinî takvimlerine göre nisan senenin birinci ayı olarak kabul edilir.
Mayıs yine Antik Yunan mitolojisinin Tanrıçası Maia’nın adına ithafen verilmiştir. Maia, tüm tabiatın güzelliğinin sembolüdür.
Haziranın, Arapça kökenli olduğu kabul edilmektedir. Ancak Farsçada bu sözcüğe yakın yazıtlar da bulunmaktadır.
Temmuz ayı bizi yine Mezopotamya’ya götürüyor: Asur/Babil menşelidir. Bu iki halkın müşterek ilahı Tammuz’a ithaf edilen aydır. Sümerliler, bu yarı-tanrıya ‘Dumu-zid’ derlerdi. Dumu-zid, Sümerliler için koyun, kuzu ve koyun sütünün tanrısıdır. Akad mitolojisinde ise ziraatın tanrısı idi.
Yıl MÖ 8, ünlü Roma Konsülü, Octavianus’a sayısız zaferleri ve memlekete refah getirdiği için, Roma Senatosu ‘Augustus’ unvanını vermişti. Ama MÖ 8 yılında, daha evvel Jül Sezar için yaptığı gibi, Augustus’a da bir ay ithaf etmeye karar verir ve kendi takvimlerine göre yılın altıncı ayına ‘augustus’ ismini verirler. Ancak bir sorun vardı; bugünkü Avrupa dillerinde julio, July, juillet… olarak bilinen ve Jül Sezar’ın ismi taşıyan ay, 31 günlüktü. Augustus’a ithaf edilen ay Jül Sezar’ınkinden kısa olamazdı ve 6. ayın da 31 günlük olabilmesi için 29 günlük olan Şubat ayından bir gün daha kırpıldı ve 28 güne indirildi. İki lider eşit onurlandırıldı ve biz temmuz ve ağustos aylarını eşit olarak yaşıyoruz!
Eylül, Akatça kökenli olup ‘hasat zamanı’ anlamına gelir. Atalarımız bu kelimeyi Babil sürgünü esnasında kabullenmişlerdir. Ayrıca biz
Yahudiler için, Eylül dinî ve manevi yönden yüklü, vicdan muhasebesinin yapıldığı bir aydır.
Geriye kalan üç ayı da – ekim, kasım, aralık- sizin tetkikinize ve yorumunuza bırakıyorum…
Özetle, bugün kullandığımız takvim, adeta ülkemizin konumunu, belki de özlemimizi yansıtıyor; Avrupa ile Asya arasında bir kültür ve medeniyet köprüsü olmak.